Ana içeriğe atla

Turabidin’den Baltık’a

Kürt Toplumunda Aşiretin Önemi

Aşiret olgusu bütün toplumların tarihinde olduğu gibi Kürt tarihinde de büyük önem arz eder. Hatta denilebilir ki, hiçbir toplumun tarihinde olmadığı kadar önemlidir.  Önemlidir çünkü Kürtlerin tarih sayfaları arasında yok olup gitmesini engelleyen ve günümüze kadar varlığını sürdürmesini sağlayan önemli faktörlerden biridir. Yine önemlidir çünkü bu coğrafyada  hiçbir tarihsel olay yoktur ki aşiretsel yapının etkisinde olmasın. Tarih boyunca yaşanan siyasi, sosyal, askeri, kültürel bütün gelişmelerde şu veya bu şekilde etkisi vardır. İstilacı güçlere karşı meydana gelen bütün isyanlarda en önemli askeri güç olmuştur. Tarihte kurulan bütün Kürt devlet veya mirliklerin siyasi temellerinde yine aşiret vardır. Bazen Aşiret Mektepleri olarak, bazen Hamidiye Alayları, bazen Korucu Orduları, bazen de resmi otoritelerin, devlet güçlerin baskı ve zulümlerine karşı bir isyan fırtınası olarak karşımıza çıkmıştır.  
MÖ 401 yılında Yunanlı general ve aynı zamanda bir tarihçi olan Ksenophon komutasındaki 10.000 kişilik ordusunun Kürdistan topraklarına girerken Kürt Aşiretlerinin gösterdiği yaklaşım günümüz gelişmelere bile ışık tutacak niteliktedir. Yunan askerleri Kürt topraklarına girdikleri andan itibaren Kürt aşiret güçleri tarafında takibe alınırlar. Topraklarına her hangi bir tecavüz olmadığı sürece saldırmamış, sadece izlemekle yetinmişlerdir. Ksenophon, “Pers Ahameni İmparatorluğu’nun tam ortasında yaşmalarına rağmen... Tamamen bağımsız olduklarını ve Fars krallarına biat etmediklerini belirtir. 1 ( Anabasis, Kürdistan’dan geçiş, aktaran M.R IzadI, Kürtler, s. 82) Diodorus adlı bir başka Yunan tarihçi “Kürtlerin dağ insanlarına özgü çeviklileriyle yabancı ordulara ve imparatorluklara beklenenden daha çok sorun yarattıklarını” ve “ovalık bölgelere sorun yaratmalarını engellemek için ya zorla ya da anlaşmayla zapt edilebiliyorlar” diye yazar.  
Yunan tarihçilerinin gözlemledikleri Kürt aşiretlerinin bu karakteristik özelliği, binlerce yıldır değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Hiç bir gücün sökemediği dağlarında, topraklarına yapılan tecavüzlere karşı bıkmadan, usanmadan direnmişlerdir. Gerek doğudan gerek batıdan gelen bütün istilacı güçlere karşı koymuşlardır. Kuşkusuz aşiretin Kürt toplumuna katkısı bununla sınırlı değildir. Kürt folklorunda, edebiyatında, müziğinde aşiret, neredeyse olmazsa olmazdır.
Bütün bu olumlu katkılarına rağmen aşiret, Kürt toplumunun modern anlamda ulusallaşma ve ulusal birlik kurmasının önündeki önemli engellerden biridir.  Öncelikle belirtmek gerekir ki çağını doldurmuş, modern ulus öncesi bir olgudur. Artık günümüz toplumsal, siyasal, ekonomik gereklere cevap ola bilecek bir unsur olmaktan çıkmıştır. Bu anlamda Kürt toplumunun modern bir nitelik kazanma sürecine sekte vurmuş, ulusallaşma sürecine zarar vermiştir. Üstelik aşiretler arası kronikleşen kanlı çatışma ve boğuşmalar, günümüze kadar süren, onarılması güç yara ve tahribatlara neden olmuştur. Kürt insani bu kanlı boğuşma ve çatışmalardan, bitmek tükenmek bilmeyen kan davalarından, karşılıklı yapılan talan ve yağmalardan çok çekmiş, hala çekmektedir. Bu nedenledir ki Bazil Nikitin  “Kürtler” adlı eserinde şöyle der: “aşiret olgusu, Kürt toplumunun hem var olma nedeni, hem de ayak bağıdır.”2(Bazil Nikitin, Kürtler, Deng yay.)  
Görüldüğü gibi, konu oldukça önemlidir. Günümüzü anlamak ve geleceğe yön vere bilmek için aşiret unsurunun detaylı araştırılmasından geçtiğini düşünüyorum.
Bu bağlamda ele alınması gereken Heverki Aşiretler birliği, Ömeriyan aşiretine komşu ve onun gibi yörenin en büyük aşiretlerinden biridir. Gerek yöre tarihinde gerekse de Kürt tarihinde meydana gelen birçok önemli gelişme ve olaya neden olmuş,  şu veya bu şekilde damgasını vurmuş büyük bir aşiret konfederasyonudur. Bu makalede Konfederasyonla ilgili yaptığım araştırmada elde ettiğim verilerin bir özetini sunacağım.
Yerleşim Alanı
Heverki Aşiret Konfederasyonu’nun asıl yerleşim alanı Mardin platosu ile Ömeriya’nın doğu ve kuzey doğusunda Midyat merkez olmak üzere, Gercüş, Kerboran ve Nusaybin’i kapsayan  “Küçük Tor” ya da Kürtler arasında yaygın olarak “Çiyayê Hevêrka” adı verilen bölgedir.   Ancak zamanla konfederasyona bağlı aşiretler çok daha geniş bir alana yayılmışlardır. Bu alan kuzeyde Dicle nehrinden, güneyde Suriye sınırının öteki yakasında bulunan ve Suriye Ceziresi adı verilen bölgeyi de içine alan geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Nasıl ki Ömerî Aşiretinin yerleşim alanı olan Mardin, Savur, Midyat ve Nusaybin arasındaki alana Ömeriyan deniliyor ve yöre halkına “Ömerî” deniliyorsa,  Heverki’lerin asıl yerleşim alanı olan Gercüş, Midyat, Kerboran ve Nusaybin bir kısmını kapsayan bölgeye de yaygın olarak Hevrkan ya da Turabidin platosundan dolayı Tor ya da Torê denilmektedir. Halkına da Torî denilmiştir.
Turabidin, köleler dağı anlamına gelmektedir.  Süryani kaynaklarında “Tanrı hizmetkârı”  ya da “inananlar dağı” denilmiştir. Bazı kaynaklar Turabidin’in M.S. 10.yüz yılda Cudi eteklerinde kurulmuş eski bir şehrin de ismi olduğunu yazmaktadır. Kent yüz yıllarca Mervani Kürtlerinin önemli merkezlerinden biri olmuştur.3(Mervani Kürtleri Tarihi, İbn’ül Ezrak,koral yay.) Büyük bir olasılıkla bu kentin ismi zamanla bütün bölgeye verilmiştir. Yine Kürtlerin kısaca “Torê” diye telavuz ettikleri isim de buradan gelme ihtimali vardır.
Haverkan arazisi genellikle engebeli olmakla beraber çok yüksek dağlar yoktur. Ortalama yüksekliği 800-1100 m. arasında değişen bir plato görünümündedir. Doğu-Batı istikametinde yükselti artar. Güneye inildikçe yükselti yerine düzlüklere bırakır. Platonun susuz eteklerinde üzüm bağları, sulak yerlerde ise sebze ve meyve yetiştirilmektedir. Torê’nin nar, incir ve üzümü ünlüdür. Eskiden üzüm bağları ve bu bağlardan elden edilen pekmez ve şarapları dile destandı. Bölgenin en büyük geçim kaynağıydı. Gelin görün ki günümüzde bu üzüm ve pekmezden eser yok dersek abartmış sayılmayız. Ovalar ve düzlükler tahıl ekimine elverişlidir ve imkânlar ölçüsünde yapılmaktadır. Buğday, arpa, mercimek, nohut gibi her türlü hububat ekimine uygundur.  Daha yükseklerde her ne kadar günümüzde pek rastlanmıyorsa da kalabalık koyun keçi sürülerinin beslendiği bilinmektedir.
Bölgede dağ ve araziler ormansız ve çıplaktır. Aslında bir 200-300 yıl öncesine kadar bu dağların ormanlık olduğu birçok seyyah tarafından belirtilmiştir. Bu gün yörenin birçok yerinde sık görülen palamut ve meşe köklerinden bu durum anlaşılmaktadır. Yöre insani yıllarca o tüketilen ormanlardan geriye kalan ve Kürtçede “qurmik” adı verilen ağaç köklerini toprağın derinliklerinden çıkartıp yakacak olarak kullanıyordu. Sanırım günümüzde o kökler de tüketildi. 
Heverkan Aşiretler birliği, ana hatlarıyla sınırları ve coğrafi özelliklerini belirlemeye çalıştığımız bu coğrafyada Ömeri, Dekşurî, Mihelmî, Hebizbinî vb. Aşiret ya da aşiretler konfederasyonlarıyla komşu ve iç içe yaşamaktadır.

Heverkan Konfederasyonuna bağlı Aşiretler
Birçok kaynak ve araştırmacı tarafından Konfederasyonun 24 Aşiretten oluştuğu belirtilmiştir. Alikê Batê’nin torunlarından Selim Bate ve Battal Batê’den aldığım bilgilere göre, konfederasyonu oluşturan Aşiretler şunlardır:
1.Alıka 2.Şemıka 3.Domana 4.Delmemikan 5.Erabiyan 6.Saliha 7.Dorik 8.Dasika(Yezididir) 9.Xelilbegi(Mihelmi) 10.Heci Slêmanan 11.Çomera 12. Elîka 13.Beravî 14.Baskilî 15. Rayit(Hıristiyan) 16.Şifqeta 17.Çêlka(Yezîdî) 18.Mahoka(Yezidi’dir) 19.Bacola(Yezîdî) 20.Kelika 21.Buta 22.Salika(Yezîdî) 23.Omerka 24. Dêra
Bu aşiretlerin çoğu Müslüman olmakla birlikte, Hıristiyan ve Yezidi üyeleri de vardır. Hepsi Kürtçenin ‘Kurmancî’ lehçesini konuşurlar.   
Kuşkusuz aşiretler arası birliği oluşturan sosyal, ekonomik, siyasal vb. çok yönlü çıkar ve gereklerdir. Bu nedenledir ki birlik çok istikralı bir yapı arz etmez. Zaman zaman söz konusu çıkar ve gerekler nedeniyle dağılmalar, kopmalar veya taraf değiştirmeler olağandır. Hatta konfederasyondan ayrılıp rakip tarafa geçme durumu bile sık görülen bir durumdur. Ziya Gökalp ‘Kürt Aşiretleri Hakkında Tetkikler’ isimli eserinde Heverki ve Dekşüri aşiretlerini irdelerken şöyle der; “Aşiret reislerinin barışıp bozuşmaları ile bu gruplar değiştiği gibi, aşair efradının(üyelerinin) tabi oldukları reislerden teneffür (ayrılma) etmeleri veya muhalif reisin kesp-i kuvvet eylemesi üzerine muhalif cihete(tarafa) iltihak etmeleriyle grupların muvazenesi haleldar olmaktadır. (gruplar arası denge değişe bilmektedir.) 4(Z.Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler) Büyük şair ve aynı zamanda yörenin bir insanı olan Cegerxwîn aynı konuda şunları yazıyor; “Mala Hesenê Şemdin, Dekşürî Aşiretinin liderleridir ve Heverkan’lılara düşmandırlar. Aynı zamanda devlet yanlısıdırlar. Bu şekilde Midyat ve Gercüş ikiye bölünmüş durumdadır. Hevêrkî ve Dekşürî bazen kendi içinde ikiye bölünüyorlar. Dekşürî görünen bazı aşiretlerin bir kısmı Heverkî’lerin tarafına geçerken, diğer kısmı Dekşürî kala biliyor. Heverkîler içinde durum farklı değildir.5(Cegerxwîn, Folklora Kurdî)  Ziya Gökalp, birliğin çevre aşiretlerle ilişkilerini anlatırken Ömeriyan Aşiretiyle olan ilişkilerine de değinmekte ve şöyle devam etmektedir; “Midyat’ın Heverkî Fırkası Savur’daki Ömeriyan Aşireti’nin Mahmutki fırkasıyla müttehittir. Dekşürî Fırkası da Omeriya’nın Atmankî fırkasıyla müttehittir.  Mahalemî nahiyesinde ise, Dekşürî fırkasına İsabegi ve Heverkî fırkasına Halil Begî namları verilir.” 6(Z.Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler)  
Tarihte Heverkiler:  
Heverkilerin ilk dönemleriyle ilgili elimizde çok net bilgiler yoktur. Kürt Tarihçisi M. Emin Zeki Bey “Kürdistan” adlı eserinde Hevrkilerin, “ Havrî Ezidileriyle ilgili oldukları anlaşılıyor” diye belirtmektedir. Cegerxwîn, kaynak göstermemekle birlikte kökenlerini Subarilere dayandırarak şöyle diyor; “Nasıl ki Ömeriya Aşireti, Mitani’lere dayanıyor ve merkezlerinin ismi hala Metina ise, Heverka da Hewren’den gelmektedir ki, Hewr ve Mitani bundan dört bin yıl önce, sınırları bir yandan Mısır ve Filistin’e, diğer yandan Xezê’ye ulaşmış… Orta doğunun en büyük devletlerinden biri olan Subarilere dayanan bir aşiret birliğiydi.”7(Cegerxwîn,Folklora Kürdî)   13.Yüz yıldan itibaren uzun yıllar Eyyübiler’e bağlı yaşamışlardır. Hasankeyf Eyyubi Sultanlığın yıkılışından sonra(1524)  Botan Mirlerine bağlandıkları anlaşılmaktadır. Merkezi Cizre olan Botan Mirliği her ne kadar Osmanlı Sultanlarına bağlı olmuşlarsa da yıllarca yarı bağımsız bir şekilde yaşamışlardır. Son Botan Miri Bedirhan Bey döneminde Kürt Aşiretlerinin büyük bir kısmı Mirliğe bağlanır. Bunlardan biride Heverkan konfederasyonudur. Her Aşiretin başında bir reis olmakla birlikte Konfederasyonu temsilen “Botan Emir’inin vassalı olan bir reisleri vardı.”8(M.V.Bruinessen, Ağa, Şeyh,Devlet)  Bu dönemde bütün Kürdistan da olduğu gibi Heverkan’da da huzur ve güven hakimdir. Ancak Mir Bedirxan’nın 1847 yılında Osmanlı devletine karşı başlattığı isyanın başarısızlığa uğraması ve bölgenin tamamen Osmanlı denetimine girmesiyle bölgede huzur ve güven bozulur. Heverkan güçleri isyanda Mir’in yanında savaşa katılırlar. Yenilgiyle birlikte konfederasyon içinde dirlik ve düzen bozulur. O tarihlerde Heverkan’ın güçlü Aşiretlerinden Alıkan Aşiretinin reisi Hasan Mirle birlikte yakalanır ve Kıbrıs’a sürgün edilir. Hasan, Heverkan konfederasyonunu son birkaç yüz yıldır yöneten “Mala Osman” ya da günümüzde daha yaygın olarak kullanılan ismiyle “Mala Haco” adı verilen hanedana mensuptur. Hanedana ismini veren Osman’ın ölümüyle yerine oğlu 1.Haco Geçer. Haco’dan sonra oğlu Hasan geçer.
Hevêrkan konfederasyonun bilinen ilk lider hanedanı günümüzde Mala İsmailê Werdê olarak bilinen Delmemikan Aşiretinden “Mala Şêxê”dır.(Mala Şêxê Bayazid) Merkezleri Keverzê dir. Bir süre konfederasyonun liderliğini elinde tutan bir diğer hanedan Beravî Aşiretinin liderleri Mala Osmanê Xelîl olduğu bilinmektedir. Bunların merkezi Dicle’nin kıyısında bulunan ve şuanda Hasankeyf’e bağlı Dêrhav Köyüdür. Uzun çekişme ve çatışmaların sonunda bu sefer Arabiyan Aşiretinden Mala Eliyê Remo liderliği ele geçirirler. Merkezleri Çêlik köyüdür. Çêlik Ağaları olarak da bilinen Mala Eliyê Remo yörede yiğitlik ve korkusuzluklarıyla tanınırlar. Hemen bütün Heverkan aşiretlerini etraflarında toplarlar. Ancak karşılarında oldukça güçlü Alıkan Aşiretinden Mala Osman vardır. Merkezleri bugün Midyat’a bağlı Mizizex Köyüdür. Heverkan konfederasyonun son lider hanedanıdır. Yörede Konfederasyona liderlik yapan bu hanedanlara  halk arasında “Heverkan Sultanları” denilmektedir
Botan Mirliğinin dağılmasıyla Konfederasyonda liderlik kavgaları başlar. Kıbrıs’a sürgün edilen Hasan’ın bir süre sonra geri döner ve tekrar Aşiretin başına geçer. Dağılan aşiret düzenini yeniden sağlar. Onun ölümünden sonra yerine yeğeni 1.Saroxan geçer. 1.Saroxan,  devlet yanlısı Süryani güçlerle yaptığı bir çatışmada yakalanır ve başı kesilerek Diyarbakır valisine götürülür. Bundan sonra Hasan’ın oğlu 2.Haco aşiretin başına geçer.
2.Haco’yla Mala Osman’ın Heverkan’da ki otoritesi daha da güçlenir. Oldukça güçlü bir liderdir. Heverkan’da büyük ölçüde kontrolü sağladıktan sonra, devlet yandaşlığıyla tanınan ve hiçbir zaman Botan Mirliğine bağlanmayan rakip Aşiret Dekşüriler ve devlet güçleriyle mücadeleye başlar. Uzun süren gerilla savaşından sonra Çiyayê Mava Çatışmasında bir hile sonucu devlet güçlerince yakalanır. Askeri birliğin komutanı hazır bulunan Kürt ağalarına ‘Haco’yu siz öldüreceksiniz’ diye baskı yapar ancak hiç biri yanaşmaz. Sonunda Dekşuri lideri Cimo öne çıkar ve Haco’nun kafasını keserek öldürür. Böylece Saroxanla aynı akıbeti paylaşır. Bazı kaynaklarda bu olayın tarihi 1896 olarak veriliyorsa doğru bir tarih olduğunu sanmıyorum. Büyük olasılıkla 1870-1973 arası olmalıdır. Bu tarihlerde, daha sonra Konfederasyonun liderliğini yapacak olan Ali Batê ve Haco henüz doğmamıştır. Çelebi Ağa ise çok küçüktür.  Derler ki Çelebi ve Ali Batê liderlik yapa bilecek yaşa gelene kadar, Mala Osman’ın müttefiki Süryani lider “Aynwerdêli  Şaboyê Mirêd başta Mizizex olmak üzere Heverkan’ın önemli bir bölümüne ağalık yapar.”
Ali Batê İsyanı
2.Haco’nun öldürülmesiyle Heverkan’ın tümünde olduğu gibi yönetici hanedan içinde de birlik bozulur. Mala Osman ailesinin iki üyesi Ali Batê ve Çelebi belirli bir yaşa geldikten sonra liderlik konusunda anlaşmazlığa düşerler. Sürekli mücadele içinde olmakla birlikte bölgede kontrolü ellerinde tutmayı bililer. Ali Haco’nun yeğenidir, atak ve cesur kişiliğiyle haklı bir üne kavuşur. Onu yörede asıl üne kavuşturan amcası 2. Haco’nun intikamını almasıdır.(1912) Ali amcasının katili Cimo ve oğlunu bir pusuda yakalar ve ikisini öldürür. Bu olay onu Heverkan’da adeta efsaneleştirir. Ancak ününü Heverkan dışına taşıyan ve onu tarihi bir kişilik haline getirense devlet karşıtı etkinlikleridir. Bu etkinliklerinde her ne kadar modern anlamda bir bağımsızlık hareketi niteliği görünmüyorsa da 1. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devletinin yenilgisinden sonraki kargaşalı günlerde Midyat’ı ele geçirerek bağımsız bir hükümet kurma.9(M.Van Bruinessen)    çalışmaları olarak görüle bilir. Nitekim bağımsız bir Kürt devleti kurma teklifiyle bazı aşiret liderlerine gittiği, görüşmeler yaptığı bilinmektedir. Cegerxwîn Hayat Hikâyem adlı kitabında, görüşme yaptığı liderlerden birinin Hebizbinî Aşiret lideri İzzetin Ağa olduğunu belirtmektedir. Ancak kurulacak Kürdistan’ın liderinin kim olacağı konusunda anlaşma sağlanamadığı için birlik kurulamadığını belirtiyor.  Bu yönüyle bakıldığında Ali’nin hareketleri bağımsızlıkçı ve milliyetçi bir yan taşıdığı söylenebilir. Her ne kadar yerel ve aşiretsel sınırları aşamamışsa da, bu türden etkinlikleri 1.Dünya savaşı öncesine dayanıyor. Resmi belgelerden “Ali Batı’nın sadece 1919’da ortaya çıkan biri olmadığı” devlet karşıtı faaliyetlerinin 2. Meşrutiyet öncesine dayandığı anlaşılmaktadır. Bu faaliyetlerinden dolayı Ali’yle birlikte Hüseyin Ferho, 3.Haco, Serhan, Çelebi gibi bazı akrabaları, yakın arkadaşlarından Süryani Şemûnê Henna Heydo ve bazı Heverkanlı ağalarla tutuklanır, Elazığ cezaevine hapsedilir.(1913) Kısa süren tutukluluktan sonra bir yolunu bulup hapisten kaçar.     
Dr. İsmet Üzen tarafından devlet arşiv belgelerine dayanarak kaleme alınan ve Atatürk Araştırma Merkezi Dergisinde yer alan  Mütareke Döneminde Bir Eşkıyalık Örneği: Ali Batı Olayı  başlıklı yazıda şunlar yazılıyordu:
Ali Batê, “… II. Meşrutiyetin ilanından önce eşkıyalığa başlamıştır. Kasım 1913 tarihli arşiv belgesinde, Diyarbakır Vilayeti sınırları içinde Ali Batı, Hüseyin Ferho ve Saruhanî adlı şakilerin beş aylık takip ve alınan tedbirler sonunda teslim olmak zorunda kaldıkları ifade edilmiştir. Akrabalarıyla birlikte Elazığ’da hapsedilen Ali Batı, bir süre sonra adamları tarafından hapisten kaçırılmıştır. Ancak Ali Batı’nın ne zaman firar ettiği hakkında bir bilgiye rastlanmamıştır.”
Firar tarihi büyük olasılıkla 1913’ün sonu ya da 1914’ün ilk aylarıdır. Bu firarda, can yoldaşı Hıristiyan savaşçı Şemun Hena Heydo da var. Yukarda belirtildiği gibi Heverkan konfederasyonunda Hıristiyan ve Yezidi Aşiretlerde vardır. Denilebilir ki Kürt coğrafyasının bu yöresinde bulunan Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasındaki dostane bağlar, İslam coğrafyasının hiçbir yerinde yoktur. Ama Ali Batê’nin bölgedeki gayri Müslimlere olan yakınlığı ve dostluğu çok daha özeldir. 1914 yılında İstanbul’dan verilen fermanla Gayrı Müslim azınlıklara karşı başlatılan saldırı harekâtı Midyat ve çevresindeki Süryanileri de kapsıyordu. Bu harekâta Kürtlerden destek veren ve bizzat yer alanlar olmakla birlikte Çoğunluk karşı çıkmış ve destek vermemiştir.  Faik Bulut bu konuda şunları aktarıyor:
“Bölgedeki Kürtlerin dörtte üçü, Süryani Katliamına katılmadı… Katliamı lanetleyenler de oldu, bunu fırsat bilip yağma ve talana dalanlarda oldu.” Bu kıyıma karşı çıkanlardan biri “… Ünlü Kürt Alikê Batê idi. Olay sırasında hapisteydi. Serbest bırakıldıktan sonra aşiretin denetimindeki partiyi yeniden düzene soktu. O zamana kadar düşman gözüyle bakılan Süryanilerle yakın ilişkiler kurup, dostluk ve güvenlerini kazandı. Süryanilere karşı yapılan her türlü haksızlık ve kötülüğü acımasızca cezalandıracağını ilan etti. Kendi aşiret partisi olan Havîrkî de Süryanilere önemli görevler verdi.”10( Faik Bulut, Dar Üçgende Üç İsyan) İşte Şemun Henna Heydo bunların en ünlüsüdür. Alikê Bate’nin katıldığı her olayda oda vardır. Yörede yiğitliği dile destandır. Katıldıkları çatışma ve olayları konu alan birçok stran ve destanda isimleri hep birlikte anılır.
Ali Batê’nin 2. Meşrutiyet öncesine dayanan faaliyetleri, meşrutiyet sonrasında devam ettiği ve 1. Dünya savaşının sonunda yoğunlaştığı resmi belgelerinden anlaşılmaktadır. Cezaevinden firar ettikten sonra bir süre aşiretin iç meselelerle ilgilendiği, 1919’da tekrar harekete geçtiği anlaşılmaktadır. Ali Batı’nın eyleme geçmesiyle ilgili en erken resmi belge 6 Mayıs 1919 aittir. Bu belgede,  Diyarbakır Vali Vekili’nin Dâhiliye Nezareti’ne bildirdiğine göre, uzun bir süre sessiz kalan şaki Ali Batı’nın civardaki bazı aşiretlerle birlikte Serçe Han civarındaki köylere tecavüz ederek bunlardan birisini harap etmişti”11(Dr. İsmet Üzen, Mütareke Döneminde Bir Eşkiyalık örneği: Ali Batı Olayı (6 Mayıs - 18 Ağustos 1919)  diye yazmaktadır.
Tınat Çatışması ve Sonrası
6 Mayısta Midyat’tan harekete geçen Ali Batê yanındaki 100 kadar silahlı adamıyla 11 Mayısta Nusaybin’e girer. Cezaevini basarak tutukluları Salı verir. Üzerine gönderilen ordu birlikleriyle çatışa çatışa Ömeriyan dağlarına doğru çekilir.  Bu arada Ömeri Aşiretinden Mala Osman ve Mala Silêman arasında çatışma vardır. Mala Osmanlardan Brahîmê Osman Ali Batê’nin çok yakın dostudur ve Heverki’lerle Müttefiktir.  Yardım istemek için Nusaybin’e doğru yola çıkar. Nusaybin yakınlarında karşılaşan iki grup birleşerek Ömeriyan’a ait Tinat köyüne girerler. Ordu birlikleri de onları takip eder. Bir yanda Mala Osman, Ali’ye bağlı güçler ve yandaşları, öte yanda Mala Silêman, Ordu birlikleri ve onları destekleyen devlet yanlısı aşiret güçleri arasında başlayan çatışmalar 15 gün sürer. Ali ve taraftarları bu üstün güç karşısında geri çekilmek zorunda kalırlar. Mala Osman Suriye’ye çekilirken, Ali ve güçleri Hevrkan’a çekilirler.
Midyat’ta doğru çekilen Ali’yi,  6.Piyade Alayı ve devlet yanlısı Kürt Aşiretlerden 800 kadar silahlı milis takibe devam ediyorlardı. Yapılan askeri takviye bir yana özelikle yerel aşiret güçleri çeşitli vaatlerle ya tarafsızlaştırılıyor ya da isyancı güçlerin üzerine sürülüyordu. Bu arada “25 Mayıs 1919’da Dâhiliye Nezareti, Ali Batı’nın yakalanmasına yardımcı olma amacıyla başına 200 lira ödül konduğunu” ilan eder.
4 Haziran 1919 gününden itibaren Midyat’ın güney batısındaki Mekre (Miqrê) adı verilen yerde Haverkan güçleri çembere alınır. Akşama kadar sürsen şiddetli çarpışmaların sonunda Ali çemberi yararak yanında yaklaşık 500 savaşçısıyla Mizizex’e çekilir. Köyün batı sırtlarında 4.Km uzunluğunda bir savunma hattı oluşturur. Ancak sürekli yapılan askeri takviye ve devlet yandaşı aşiret güçlerinin(Dekşuriler, Hebizbinîler, Ömer Aşiretinin liderlerinden Ahmedê Süleyman, Mala Çelebî, Arnaslı Mala Osmanê Temir vb.) şiddetli saldırıları sonucu daha fazla dayanamaz ve güçlerini küçük gruplara ayırarak dağıtır.  3 Temmuz 1919’da 13. Kolordu Komutanlığı tarafından Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen telgrafta: “Takibat sonucunda yalnız kalmış olan Ali Batı’nın artık bir süre sorun çıkaramayacağı düşüncesinden dolayı takibin devamına lüzum görülmediği ve Ali Batı sorununa şimdilik son verilmiş olduğu” belirtiliyordu.12(Dr. İsmet Üzen, Mütareke Döneminde Bir Eşkiyalık örneği :Ali olayı)
Resmi makamların “Artık bir süre sorun çıkartmayacağı düşüncesinden dolayı takibin devamına lüzum görülmediği” şeklindeki söylemi, devlet güçlerinin bir anlamda aciz kaldığının göstergesi olarak yorumlana bilir.  Öyle ya, mevcut yasalara göre suçu sabit, bir suçlunun, “artık suç işleyemez” diye yakalanmasından vazgeçilmesinin hukuk ve devlet prensipleri açısından izahı biraz zor.
Bu telgraftan 52 gün sonra,  Diyarbakır’daki resmi makamlardan İçişleri bakanlığına gönderilen 24 Ağustos 1919 tarihli telgrafta, Ali Batı’nın ölü olarak ele geçirildiği bildirilmekte ve şöyle devam etmektedir; “…6. Piyade Alay Komutanı Binbaşı Pehlivanzade Nuri, Ali Batı’nın küçük gruplara ayrılmış müfrezelerle aranması işine başlamıştı. Bu yöntem ve sıkı takip sonucunda, 18 Ağustos 1919 günü Ali Batı’nın gizlendiği öğrenilen Medah mevkii basılmış ve 2 saat kadar süren bir çarpışmadan sonra eşkıya başı ölü olarak ele geçirilmişti. Daha sonra cesedi Midyat’ta halka teşhir edilmişti. Böylece uzun süre bölgede huzursuzluk çıkaran Ali Batı olayı sona ermişti.”13(yage)
Ali’nin öldürülme şekliyle ilgili farklı anlatımlar olmakla birlikte bu telgraftaki anlatımın doğruluk derecesi tartışılır.  Yukarıdaki resmi telgraftan da anlaşılacağı üzere, ordu birlikleri “artık sorun çıkaramayacağı” gerekçesiyle takipten vazgeçmişleridir. Ali’de bu arada aşiret içi bazı sorunları çözmekle uğraşmaktadır. Nitekim Midih köyünde aile içi bir çatışma yaşanmaktadır ve Ali bu çatışmaya müdahale etmek için köye gider. İşte bu köyde meydana gelen çatışmada öldürülür.
Şerefxan Cizîrî, Omeriya Mirsom isimli eserinde Ali’nin öldürülüş olayını şöyle anlatıyor:
“Ali Bate Tinat Çatışmasından birkaç ay sonra Midih köyünde kendi akrabaları olan Mala Haco ve Mala Saroxan arasında çıkan bir çatışmada öldürüldü. Olayın iç yüzünü bilmeyen birçok kişinin de söylediği gibi Türk askeri tarafından değil, aile içi bir çatışmada, “Behramo” isimli bir akrabası tarafından öldürüldü. Ancak daha sonra Türk Askeri yetkilileri, sahte bir rapor hazırlayıp olayı üstlendiler. Raporda Ali’yi öldüren kişi olarak gösterilen askerin rütbesi bayağı yükseldi.”14(Şerefxan Cizîrî, Omeriya Mirsom) 
Altan Tan, Turabidin’den Berriyê’ye isimli eserinde Ali’yi öldüren kişinin Ömerka Aşiret’nin Basaqê Köyünden Muradê Şerko olduğunu yazmaktadır.
Ali Batê’nin torunlarından 2. Ali Batê olayla ilgili şunları aktarıyordu; “Dedem Ömeryan bölgesindedir. Bu arada Midih te bulunan 3.Haco’nun oğlu Yusuf, akrabalarımızdan Serhan’nın kızını kaçırır. Bunun üzerine Serhan Midihe saldırır. Bunu duyan dedem Yusuf’un imdadına yetişir ve köye gider. İşte burada meydana gelen çatışmada öldürülür. Ölüm haberinin işitilmesiyle önce bir şaşkınlık geçirilir. Kimse üstlenmez. Behremo, isimli biri nam ve şöhret kazanmak için ‘ben öldürdüm’ der. Ama aslında o değildir. Boş boğazlığı canına mal oldu. Dedemi öldüren Ömerka Aşiretinden, Emoyê Avokî idi. Sonradan oda öldürüldü”
Haco’nun oğullarından Cemil, kaleme aldığı anılarında olayı şöyle anlatıyor; “Alik, Mizizex köyünden 20 km uzaklıktaki bir köydeydi. Çelebi askerlerle bu köye saldırdı. Sabahtan gece saatlerine kadar süren çatışmada  Ali, kendisine isabet eden bir serseri kurşunla öldü. Çelebinin adamları bunu duyunca cesedini bırakıp kaçtılar. Sabahleyin askerler cesedini alarak Midyat’a götürdüler ve hükümet konağı önünde asılarak 24 saat süreyle teşhir ettiler.”15(Cemil Haco’nun  Anıları, Arapçadan yapılan çeviriden) 
Görüldüğü gibi olayla ilgili çok farklı anlatımlar olmakla birlikte, Şu kesindir; Ali Batê, resmi makamların anlattığı gibi askerler tarafından değil, tam tersine devletin umudunu yitirdiği ve onu takip etmekten vazgeçtiği bir sırada, aile ya da Kürtler arası bir çatışmada öldürülmüştür. Ama Ali’yi bir türlü ele geçiremeyen askeri yetkililer hem başına konulan ödülü almak hem de nam ve rütbe sahibi olmak için cenazeye el koyup biz öldürdük diye ilan ederler.

3. Haco Axa 
Mala Osman hanedanın tartışmasız en namlı üyesidir. 2. Haco’nun oğludur. Babası Çiyayê Mava çatışmasında öldürüldüğünde annesi ona hamiledir. Derler ki, babası öldürüldükten sonra onu daha dünyaya gelmeden yok etmek isteyen düşmanların elinden Heverkanlı Yezidilerden Kêwexêli Xelefê Mêşo ve akrabaları tarafından annesi Zeynep Hanımı sırtlayıp kaçırarak kurtarmışlardır. Böylece İlginç olduğu kadar, onlarca filme konu olabilecek kadar maceralı ve hareketli yaşam öyküsü, daha doğmadan başlar. 
Nurettin Zaza, 1930 da Şam’da Fransızlar tarafından sürgün edilen birçok ünlü Kürt şahsiyetin arasında (Celadet Bedirxan, Kadri Cemil Paşa, Ekrem Cemil Paşa, Kamuran Bedirxan, Memduh Selim Bey vb.) karşılaştığı 3.Haco’yu şöyle tanıtıyor: “… Sürgünler evinde bulunan insanların içinde en ilginç ve etkileyici olanı Haco Ağa’ydı. Açık tenli, iri yarı, mavi gözlüydü, ölçülü ve etkili hareketleri vardı. Mardin’in doğusundaki Midyat bölgesinde Hevêrkan Aşiretinin ağalarından olan Haco Ağa, bin bir serüven yaşamıştır.”16(Nurattin Zaza, Bir Kürt olarak Yaşamım)
Gerçekten bin bir serüven yaşamış olan Haco’nun delikanlılık döneminde yaşadığı bir gönül macerası ve sonrasında yaşananlar, Kürt toplumunun ilginç sosyal yapılanmasıyla ilgili fikir vermesi açısından anlatılmaya değer. Haco, yakın akrabası Serhan’ın kızı Peyruza’ı kaçırır (Peyruza Ünlü müzisyen Ciwan Haco’nun Babaannesidir.) Bir süre Heverkan’lı Süryani dostlarının yanında kalır. Daha sonra böyle bir şey ‘olsa olsa Kürt coğrafyasında olur’ dedirtecek bir tavırla babasının katili Cimo’ya sığınır. Cimo Haco’ya evini açar ve uzun süre misafir eder. Sonrada Çelebi Ağa’yı da alarak kızın babası Serhan’a gidilir ve ikana edilir. Böylece genç âşıklar affedilir. Daha da ötesi Cimo, Haco’nun misafir edilmesine razı olmayan ve ona iyi davranmayan kardeşini hançerleyerek öldürür. Bu olaydan sonra Haco eşini de alarak yine benzer bir tavırla Heverki’lerin ezeli düşmanı Dekşuri ağalarından Usivê Hesen Şemdin’e sığınır. Cegerxwîn’nın anlatımına göre Usiv,  Haco’ya büyük bir değer verir, ona özel bir oda ayırır ve Heverkan liderliğini ele geçirmesinde ona destek sunar.
Görüldüğü gibi Kürt aşiret yapılanmasında, dostluk ve düşmanlığın sınırları çok ince çizgilerle belirlenmiş. Zaman zaman kimin dost kimin düşman olduğu pek belli değildir. Haco dara düşünce babasının katiline sığınıyor. Babasının katili gözünü kırpmadan onun için kardeşini öldürüyor. Ama tüm bunlara rağmen Hevrki intikamdan vazgeçmiyor ve yukarda anlatıldığı üzere Cimo’yu çok ileri bir yaşta olmasına rağmen öldürmekten geri kalmıyor.  Diğer taraftan Haco yine başka bir düşmanına dayanarak, onun desteğiyle aşiret liderliğini ele geçiriyor. Doğrusu insanın kim dost, kim düşman diye sorası geliyor.
Haco’nun 1913 yılında Ali Batê’yle birlikte yakalandığını söylemiştik. Ali’nin firarından sonra Elazığ Cezaevinden Ankara’ya nakledilir. Ancak yolda firar eder.  Bir süre Kürt aydınlarından Hemreş Reşo’nun dedesi Hacı Bedir Ağa’nın evinde saklanır. Zorlu bir yolculuktan sonra Heverkan’a ulaşır. 1919 Ali öldürülmesinden sonra ailenin bir diğer üyesi Çelebi ve Kardeşi Serhan Heverkan’ın önemli bölümünde kontrolü ele geçirirler.  Geri kalan küçük bir azınlık Haco’yu desteklemekteydi. Ancak kısa sürede durumu lehine çevirmesini bilecektir. “Çok cesurdu ve ne istediğini gayet iyi bilen ve bunu gerçekleştirmek için tereddüt etmeyen biriydi. Binicilikte uzman ve iyi bir askeri taktisyendi… Haco’yu reis olarak kabul edenler giderek çoğalıyordu.” ”17(M.V.Bruinessen yage    Onu Çelebiye karşı avantajlı kılan yönü Kürt milliyetçisi olmasıydı. Nitekim “Politik faaliyeti aşiretsel olmaktan öteye daha geniş bir alana yayılıyordu. O Kürt milliyetçilerini kendi önderliğinde bir araya getirmeye çalışıyordu.” 18(M.V Bruinessen,yage) 
1921’e gelindiğinde rakipsiz olmamakla birlikte Heverkan’nın büyük bölümünü kontrol etmektedir. Bu tarih Osmanlı Devletinin kalıntıları üzerinde Kemalist hareketin yükseldiği bir dönemdir. Batı Anadolu da Yunan Ordusuyla çarpışmalar şiddetleniyor. Diğer taraftan 1.Dünya savaşının galipleri eski Osmanlı toprağı olan Arap ülkelerini kendi aralarında paylaşmaktadır. İngilizler Irak, Arabistan, Filistin ve Ürdün’e, Fransızlar Suriye, Lübnan ve Kuzey Kürdistan’a girerler. 1923’te Suriye’nin tamamını kontrol eden Fransızlar, Kürt yerleşim birimlerini de işgale başlarlar. Ancak gittikleri her yerde direnişle karşılaşıyorlardı. Suriye’ye ayak bastıkları ilk günden itibaren Yusuf Azmi isimli Kürt Beyinin direnişiyle karşılaşırlar. Bu direniş ‘May Selum Vakası’ diye tarihe geçer. Uzun çarpışmalar sonucunda Yusuf öldürüldükten sonra Fransızlar Şam’a girebildiler. Şam Kürtlerinden Ahmedê Beravî bir diğer ünlü Kürt direnişçisidir.  Kürt Dağ’ında Fransızlara zorlu günler yaşatan direnişin başında yine bir Kürt vardır; İbrahim Henano. Kuzeyde Urfa, Antep ve Maraş ta Kürtler devletten en ufak yardım almadan aylarca Fransız işgaline karşı direnmişlerdir.
Fransızlar, Suriye Ceziresine girdiklerinde Arap Şamar aşiret reisi onları memnuniyetle karşılarken Kürtler yine direnmişlerdir. Bu yöredeki direnişin başında 3.Haco’yu görüyoruz. Cezireye giren Fransızlar Beyandur Köyünün tepesinde bir kışla kurarlar. Şamar liderinin kışkırtmalarıyla Kürt ileri gelenlerini tutuklayıp canlı halde boğazlarına kadar toprağa gömüyor üzerlerine aç köpekler saldırtıyorlardı. Birçoğunu bu şekilde öldürdüler. Bu mezalime karşı Cezirede bulunan Kürtler Haco’dan yardım isterler. Bunun üzerine Haco 2000 kişilik silahlı güçle Cezireye iner. Şiddetli çarpışmaların sonunda Fransızlar, Beyandur’dan çıkıp, güneye çekilmek zorunda bırakıldılar.19(SuriyeKominist Patisi Yayn Organı Direseti İştiraki-1985)  Cegerxwîn Haco’nun Fransızlara karşı direnişi uzun uzadıya anlatmış ancak “Haco Türkler adına” savaştı diyerek şöyle diyor; “Haco Ağa Cizre’de Hem Fransızlara hem de diğer Kürt Aşiretlerine karşı ‘Türkler adına’ savaştı… Onun Kürtlük hakkında hiçbir fikri yoktu.” Cegerxwîn bu satırların devamın da bu sefer Haco’nun direnişinden övgüyle söz ederek şöyle diyor; “Kürtler işgalcilere karşı savaşmıştır. Onların alnı aktır. Haco Ağa binlerce askeriyle Fransızlara karşı savaştı… İşbirlikçi Arap Kaymakamı ve Fransız komutanlarla yüze yakın askeri öldürdü. Fransızları Cizre’den sürdü.”20 Cegerxwîn, Hayat Hikayem)
Ne var ki, Suriye devletinin resmi tarihinde Kürtlerin bu direnişinden hiç söz edilmez. Fransız işgal güçleriyle iş birliği yapan Arap Aşiret liderleri kahraman olarak gösterilirken, Kürt direnişçilerinin ismi bile anılmaz. Haco’nun Beyandur çatışmasında Fransızlara karşı gösterdiği başarılardan dolayı verilen ve Suriye Devlet Müzesinden bulunan onur plaketi bile Baas iktidarı tarafından yok edildi.                  
Haco’nun, düzenli bir orduya karşı savaşacak gücü bula bilmesi onun aşiret üzerindeki güç ve otorite sahibi olduğunu da göstermektedir. Gerçekten de 1925ê gelindiğinde Hevrkan’da artık çoğunluk Haco’yu desteklemekteydi. Ancak aynı yıl beklenmedik bir zamanda Şeyh Sait isyanı patlak verir. Başta isyanın liderliği olmak üzere hiç kimse bu isyana hazır değildi. Bütün Kürtler hazırlıksız yakalanmıştı. Devlet Kürt aşiretlerini isyancıların üzerine sürmek için baskılar yapıyordu. Devlet yanlısı aşiretler gönüllü olarak isyan güçlerine karşı çatışmalara katılıyordu. Ancak Heverkan’lılar gibi bazı Kürt aşiretleri zorla isyancı güçlerin üzerine sürüldü. Martin Van Bruinessen, Haco ve Heverkan’lıların İsyan sırasında gösterdikleri tutumla ilgili şunları söylüyor; “ Heverkan Elik’in ölümünden bir,  bir buçuk yıl sonra 1921’de yenilgiye uğratılarak devlete ‘Sadık’ bir aşiret haline gelmişti. Hükümete karşı gelmeye henüz pek niyetli olmayan Haco, emirlere uyarak Diyarbakır’a doğru ilerledi. Ancak başkaldıran aşiretlerden uzak durmaya gayret göstermeyi de ihmal etmedi.”21(M.Van Bruinessen, yage)  Gayret göstermeyi ihmal etmedi etmesine de o Kürt yurtseverleri tarafından eleştirilmekten kurtulamadı. Çünkü isyancıların yanında değil, karşılarında yer almıştı.   
Ertesi yıl, 1926’nın Martında bu sefer kendisi isyan eder. Kendisine bağlı Heverkan güçleriyle sınır karakollarını basarak yaklaşık on gün bölgeyi kontrol eder. Aslında Suriye ve Iraktaki Kürtler dâhil, komşu aşiretlerden destek istemişti. Ancak bu çağrısı bazı bireysel katılımların dışında pek destek bulmadı. Bu bireysel katılımların arasında Şey Sait’in kardeşi Mehdi de vardı. Türk askeri güçlerinin artan baskısı karşısında kedisine bağlı güçler, aile efradı ve yaklaşık 400 Heverkanlı aileyle Suriye Ceziresine çekildi. Suriye bu tarihlerde Fransız mandasıdır. Heverkiler, daha önce savaşmak için gittikleri Suriye’ye bu sefer sığınmacı olarak gidiyorlardı. Tarih sayfalarında pek yer almamış olan bu çekiliş aynı zamanda büyük bir göç ve sosyolojik olaydır da. Ne var ki Kürt tarihinin birçok sayfası gibi bu büyük göç hareketi, bu güne kadar ne tarihçiler nede sosyologlar tarafından yeterince araştırıldı.
Hevrkanlılar Suriye Ceziresi’nde                   
Cezire, coğrafi olarak Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında kalan ve Mezopotamya olarak adlandırılan bölgenin kuzeyine yani Yukarı Mezopotamya’nın bir bölümüne verilen isimdir. Bu günkü Türk-Suriye sınırından yaklaşık 100 km güneye, doğuda Türk-Irak-Suriye sınır noktasında bulunan Eyndîwer’e, batıda Serêkaniyê’ye kadar uzanan bölgedir. Günümüz Cezirede Serêkaniyê, Dirbesê, Amudê, Qamışlı, Tirbespîyê, Derîk, Eyndîwer ve Hısıça gibi önemli yerleşim merkezleri bulunmaktadır. İşte Heverkan’lıların Türk Devlet güçlerine karşı başkaldırısından sonra çekilmek zorunda kaldıkları bölge burasıdır.

                                                        Harita 1- Suriye Ceziresi

Bundan sonra Heverkanlılar için her yönüyle yeni bir süreç, yeni bir yaşam başlayacaktır. İlk dönemlerinde birçok zorlukla karşılaşırlar. Bir süre açlık ve sefalet çeker, Bedevi Arap aşiretlerinin hatta bazı Kürt çetelerinin saldırılarına maruz kalırlar. Aşiret içinde çekişme ve çatışmalar yaşanır. Ama asıl tehlike Bedevi Arap aşiretleri ve siyasi otoritelerinden geliyordu. Haco, Arapların baskılarına boyun eğmeyecek ve oldukça akıllı, diğer Kürt beylerinden farklı bir liderlik sergileyecektir. İngiliz yazar Deved Mekdol Haco’nun bu yönüne dikkat çekiyor; “ Haco Ağa Cizre’ye geldiğinde borçluydu. Küçük bir arazi aldı ve üzerinde Tirbespiyê kasabasını inşa etti.  Diğer Kürt Aşiret liderleri gibi çiftçilikle uğraşmadı. Zekâ ve yeteneklerini kullanarak Fransızların desteğini kazandı ve kısa zamanda yöredeki bütün Kürtlerin güvenini kazanıp ulusal bir lider konumuna geldi. Diğer yandan Xoybun içinde en etkin kişi haline gelir”22(Deved Mekdol,Yeni Kürt tarihi, Arapça baskısından) 
Nelida Fuccaro, ‘Manda Suriye’sinde Kürtler ve Kürt milliyetçiliği’ isimli makalesinde şöyle yazmaktadır; “…Haco yükselen Kürt milliyetçisi hareketin tüm çelişkilerinin vücut bulduğu bir karakterdir. Haco Ağa, bir açıdan aşiret bağlılıklarına karşı milli aidiyetlerini destekleyen imgeler ve fikirleri kullanan milliyetçi bir propagandist olarak Kürt aşiretlerine pan-Kürtçü dayanışmayı anlatmaya çalışmaktadır. Öte yandan, aşiret reisi olarak kendine daha bölgesel ve yerel hedefler belirleyerek kişisel çıkarlarını korumayı başarmıştır”23(Nelida Fuccaro, “Manda Suriye’sinde Kürtler ve Kürt milliyetçiliği:Siyaset,kültür ve kimlik)
Görüldüğü gibi Haco, Cezireye indikten sonra geleneksel bir aşiret liderinden öte milliyetçi bir lider misyonuyla hareket etmiştir.  Bir yandan ailevi ve aşiretsel çıkarlarını gözetirken, öte yandan bir Kürt milliyetçisi olarak Xoybun’un içinde etkin rol alarak, Cezirede Kürt halkını örgütleyip ulusal talep ve özgürlükleri uğruna mücadele etmeyi de ihmal etmemiştir. Arap aşiretleri ve siyasi otoritelerinin Kürtlere yönelik sindirme ve bölgeden çıkartma planlarına karşı sürdürülen mücadelenin içinde yer alacak ve yer yer başını çekecektir.
Cezirede yer edindikten sonra Haco ve Heverki’lerin evleri Kürdistan’ın hemen bütün parçalarından insanların bir sığınağı haline gelmiştir. Gerek siyasi nedenlerle gerekse de sosyal ya da ekonomik nedenlerle başı sıkışan hemen her kesimden insanların uğrağı  olmuştur. Özelikle, Şeyh Sait isyanı sonrası Hükümet güçlerinin baskı ve zulmünden kaçan birçok Kuzeyli Kürt ileri gelenine ev sahipliği yaptı. Bunların arasında başta Şeyh Sait’in aile efradı olmak üzere Cemil Çeto’nun aile efradı, Mala Aliyê Unis, Ünlü Hamidiye Alayları Komutanı Kör Hüseyin Paşa ve daha birçok şahsiyet vardı. Gönderildikleri sürgün ellerinden ya da İstiklal Mahkemelerin darağaçlarından bir şekilde kurtulup kaça bilen birçok Kürt yurt severi,  soluğu Haco’nun yanında almıştır. 
Haco’nun Ceziredeki faaliyetlerinin en dikkate değer olanı, Celadet Bedirxan, Cegerxwîn, gibi Kürt aydınlarının kültürel çalışmalarına verdiği destek ve katkıdır. Özelikle Mir Celadet Beyin ‘Hawar’ Dergisi etrafında geliştirdiği Kültürel hareketin her safhasında onun destek ve katkısını görmek mümkün. Suriyeli Kürt Yazar Konê Reş Şöyle diyor; “Celadet Bey Tirbesipiyê de Haco ve çocuklarının yardımlarıyla yöredeki Kürt yurtseverler arasında çalışmalarını sürdürüyordu. Mir zamanının büyük bölümünü Haco’ların sınıra yakın köylerindeki evlerde geçiriyordu… Zaman zaman Hısıça’ya gidiyor ve Kürt dilinin esasları üzerindeki çalışmalarını sürdürüyordu… Mir buraya geldiğinde yine Haco’nun yanında kalıyordu.”
1930’da başlayan Ağrı İsyanı’nı desteklemek ve Ağrı savaşçılarını rahatlatmak için, Xoybun’nun Türkiye’nin güney sınırından başlattığı harekâtın başını çekenlerin arasında yine onu görüyoruz. 5 Ağustos 1930 da Nusaybin yakınlarında küçük bir köyü ele geçirir ve Ağrı savaşçılarını desteklemek üzere halkı ayaklanmaya davet eden, Kürtleri bağımsızlık talebini içeren bir bildiri yayımlıyor.  Fakat… Türkler tarafından Suriye’ye çekilmek zorunda bırakılıyor.”24(Chris Kutschera, Kürt Ulusal Hareketi) 
1936’ye gelindiğinde Suriye genelinde Arap milliyetçiliği güçlenmektedir. Buna karşın Cezirede Xoybun’nun çalışmaları sonucu Kürt milliyetçiliği de boy vermektedir. Bu çalışmaların en aktif tarafı içinde Cegerxwîn ve Celadet Beyinde de yer aldığı Haco ve arkadaşlarıdır.  Bunlar Fransız ve Hıristiyan kesimlerin desteğini alarak Kürtlerin ulusal haklarının elde edilmesi için çaba sarf ediyorlar. Öte yandan bölgede bu çalışmalardan rahatsız olan Arap Milliyetçileri ve onların ümmetçi söylemlerinin etkisinde kalan Kürt çevreler de vardı. Özellikle halk arasında etkin olan bazı şeyhler “Kürtler ve Araplar Müslüman iki halktır, Kürt veya Arap ne fark eder… Kürtler gelsinler Arap kardeşleriyle birleşip bir millet olsunlar… Haco Ağa’nın takımı Müslüman değildir. Onlar gâvurla çalışıp Müslümanların düşmanlığını yapıyor…”25(Cegerxwîn, yage) diye propaganda yapıyorlardı. ‘Haco Takımının’ bu çalışmalarından rahatsız olan sadece şeyhler değildi, bizzat Xoybun en önde gelen kadrolarından Diyarbakırlı Kadri ve Ekrem Cemil Paşada vardı. O günlere tanıklık eden Hesen Hişyar şöyle anlatıyordu: “1937’de Fransa Kürtleri ve Hıristiyanları(Süryanileri) Araplara karşı ayaklandırmak istedi.  Biz mülteciler, Xweyibûn üyeleri bir toplantı yaptık. Orada iki grup olduk. Kadri Bey, Ekrem Bey, Hemze Efendi, Evdirehman Ağa, ben ve Derika Çiyayê Mazi’den Reşid, ‘Araplar Haklıdır, biz Fransa’nın haksızlığına destek olmayız’ dedik. Fakat Haco Ağa, diğer bazı ağalar ve Cegerxwîn, Hıristiyanlarla birlikte Fransa’yı desteklediler.”26(Hesen Hişyar, Doza Kürdistan çevirisi.s.157, aktaran Malmisanij)
Hesen Hişyarın sözünü ettiği toplantıda Haco Ağa ve arkadaşları kendilerini şöyle ifade etmişlerdi;  “Biz Kürdüz, atacağımız her adım, yapacağımız her şey Kürtlerin çıkarına olmalı. Salt dini nedenlerle Araplarla birlik olmak cahilliktir, daha da ötesi Kürt düşmanlığıdır.”27(Cegerxwîn, hayat Hikayem) Bu düşüncelerle hareket eden Haco ve Xoybun’nun milliyetçi kadroların çabaları sonucunda 1936 yılında Kürt-Hıristiyan ittifakı kurulur. İttifakın amacı, Cezirede Fransız himayesinde, Kürt ve Hıristiyanların hak ve hukuklarının anayasal güvence altına alındığı otonom bir Kürt yönetimi oluşturmaktı. Ancak ittifak, 1937de yukarda sözü edilen Arap milliyetçilerinin ve onların ümmetçi propagandalarının etkisinde kalan bazı Kürt çevrelerinin sebep olduğu Amud olayları sonucunda büyük zarar gördü. Bu olaylar sırasında Hıristiyan halka saldırıldı, evleri yıkıldı, malları yağmalandı. Ancak asıl zarar gören taraf Kürtler oldu. Cegerxwîn şöyle diyordu; “Bu olayda kaybedenler elbette Kürtler oldu. Hıristiyanlar kısa sürede yaralarını sardılar. Ama zavallı Kürtleri ne arayan nede soran oldu. Müslüman Arap kardeşleri Kürtlere tek kuruş koklatmadı.”28(Cegerxwîn yage) 
Olaylar yatıştıktan sonra, Haco ve arkadaşları zarar gören ittifakı yeniden canlandırmak için büyük çaba sarf ederler. Bir süre sonra çabalar sonuç verir ve yeniden bir araya gelen Kürt –Hıristiyan temsilciler taleplerini bir mektupla Milletler Cemiyetine ilettiler. Hazırlanan mektup metni bizzat Haco tarafından Cegerxwîn’e okutulur ve bazı eklemeler yapıldıktan sonra gönderilir. Cegerxwîn; “Cevap Haco Ağa’nın adına kısa sürede geldi. Cevapta, ‘istekleriniz elimize ulaşmış bulunuyor. Şimdilik değerlendirme aşamasındadır. Yakın bir zamanda talebiniz yerine getirileceğini umut ediyoruz’ ”29(Cegerxwîn yage) diye yazıyordu. Ne var ki değerlendirme sonuçlanmadan 2.Dünya savaşı başladı ve bir süre sonrada Haco vefat etti.(22 Nisan 1940)

3.Haco Sonrası               
Haco’nun vefat ettiği tarihte Suriye’de bir dönem de kapanmıştır. 1939 de başlayan 2.Dünya Savaşı bütün şiddetiyle devam ediyor. Fransız birlikleri Suriye’den geri çekilirken bölgeye İngiliz birlikleri girer. (1945) Kürt ileri gelenleri isteklerini bildirmek üzere İngiliz birliklerinin komutanı generalle bir görüşme gerçekleştirirler. Görüşmenin detaylarını Cegerxwîn’den öğreniyoruz; “Cemil Haco Ağa (Haco’nun oğludur) başkanlığındaki, içinde benimde yer aldığım bir heyetle İngilizlerle görüşmeye gittik. Musul yolunda, çölde İngiliz generalle görüştük. Acelesi vardı. Giderayak hoş sözler söyledi… ‘Bana kızmamanızı rica ediyorum, ben bir askerim… Gitmek zorundayım ve ne yazık ki sizin bu isteklerinizin muhatabı ben değilim. Bizim yetkililerimiz şu anda Irak Kürtleriyle meşgul. Umarım daha sonraki dönemde sizinle de ilgilenecektir’.30(yage) Bu sözlerden sonra İngiliz general cipine binip uzaklaşır. Son sözleri sadece bir temenni olarak kalır. İngilizler hiçbir zaman Kürtlerle ilgilenmediler. 
Suriye’de Manda yönetiminin sona ermesiyle ülkenin idaresi yavaş yavaş Arapların eline geçer. “Araplarla Kürtler kardeş iki Müslüman halktır” sözünün ne kadar aldatıcı olduğu kısa sürede anlaşılır. Araplar, Fransızların Kürtlere gösterdiği müsamahayı “Müslüman kardeşlerine” göstermediler. Fransız mandası şartlarında elde ettikleri kültürel siyasal haklar adım adım gasp edildi. Gün geçtikçe Kürtler üzerindeki baskı ve şiddettin dozu arttı.  Suriye’deki bütün Kürtler gibi Hevêrkiler içinde zorlu bir süreç başlıyordu.
Bu arada Ceziredeki Hevêrkilerin başına Haco’nun en büyük oğlu Hasan geçer. Ceigerxwîn Haco’nun mezarı başında okuduğu şiirin son beyittin de; “Sen göçünce, yerine Hasanı önder yaptık.” diyerek liderliğini ilan ediyor;
Hacoyê Haco rêberê Kurda (Haco’nun oğlu Haco, Kürtlerin önderi)
Ne çaxê te bû tu çûye gorê   (Mezara gidişin zamanê değildi şimdi)
Çaxê te serê xwe dakir,        (Sen göçünce,)
Me Hesen dewsa te rakir.    (Yerine Hasanı önder yaptık)
Hasan, babasının milliyetçi çizgisinde yürümeye devam eder. Xoybun’un aktif bir elemanı olarak çalışmış, Suriye’de milliyetçi Kürt hareketinin öncülerinden olmuştur. Oldukça karizmatik ve toparlayıcı bir liderdir. Heverkiler onun için ‘babasını geçti’ anlamında “Ji bavê xwe zêde kir” derlerdi. Kürtler arasındaki kırgınlık ve dargınlıkları giderip birlik oluşturmaya gayret etmiş ve oldukça başarılı olmuştur. Özellikle babasının yıldızının bir türlü barışmadığı Diyarbakırlı Cemil Paşa ailesiyle aradaki buzları eritir. Bütün Kürt kesimleri arasında dostluk bağları geliştirir.   
Cegerxwîn onun bu çalışmalarıyla ilgili şunları aktarıyor;  “Haco Ağa’nın erken ölümüyle, oğlu Hasan babasının yerine geçti ve Cemil Paşalarla kısa sürede dostluk bağları kurdu. Cizre’den Şama, Şam’dan Halep’e, ne kadar kalburüstü Kürt varsa yeniden birlik oluşturdu. Hasan hepsiyle anlaştı ve etrafında toplamayı başardı. Bunların tümü Suriye Cumhurbaşkanı Şükrü Kuvvetli ile dolaysıyla Araplarla hareket etti. Şükrü Kuvvetli, Kürt ileri gelenlerine son derece güveniyor ve onları sayıyordu. Hesen, devlet yönetiminde ve parlamentoda onun sağ koluydu. Ama Kürtlerin ulusal çıkarları, bu hanedanlar arasında kaybolup gitti”31(Cegerxwîn,Yage)
Şükrü Kuvvetli, General Hüsni Zaim’imin bulunduğu bir grup subay tarafından devirirdi(1949) 30 Mart 1949'da gerçekleşen bu darbe, Ortadoğu'nun ilk büyük askeri darbesi olmakla birlikte, Suriye'de darbeler dönemini de başlattı. Zaim’in askeri iktidarı çok kısa sürdü; 14 Ağustos 1949'da General Sami El—Hinnavi'nin, tarafından düşürülüp, idam edildi. Oda, ancak bir kaç ay iktidarda kalabildi; 19 Aralık 1949'da Albay Edip Çiçekli, yeni bir karşı darbe ile yönetimi ele geçirdi. General Zaim’le başlayan bu askeri darbeler zincirinin sayısı 23 yıl içinde toplam 21’i bulacaktır.
Bu darbe ve çalkantılara rağmen 1958’e kadar Kürtler için (1963 BAAS iktidarıyla başlayan dönemle kıyaslandığında) nispeten rahat bir süreç olarak değerlendirile bilir.  Cezirede Fransızların kontrolünde yerel bir yönetim vardır. Fransızların çekilmesinden sonra oluşan Suriye parlamentosunda Kürt milletvekilleri de  yer alırlar,  Suriye ve Cezirenin yeniden yapılandırılması için yoğun bir çalışma içine girerler. Hasan Haco, 1943 ve 1947’de iki dönem Elkutle El Vataniye(Hizbul Vatani) partisinin listesinden parlamentoya girer.  Ailenin bir diğer üyesi Ekrem 1953 yıllarında parlamenterlik yapar. 1957 yılında Suriye Kürdistan Demokrat Partisi(SKDP) kurulur ve Kürt parlamenterler Suriye parlamentosuna girerler. Anayasal bir güvenceye dayanmasa da Kürtçe gazete ve dergiler yayınlanır. Celadet Bedirxan’ın Kürt dili üzerinde çalışmaları, Hawar dergisinin yayını bir süre devam etmiştir.
Bu süreçte gerek Mir Celadet Beyin, gerek     Cegerxwîn’in, gerekse de Mahabat Kürt Cumhuriyetinin yıkılmasından sonra, İran’dan kaçıp Cezireye gelen Ünlü Kürt Şairi Hêjar Mükriyani’nın çalışmalarının en büyük destekçilerinden birinin Hasan Haco olduğu bizzat kendileri belirtmiştir. Mir Celadetin Hawar’da kaleme aldığı “Kirina Hawarê” başlıklı yazıda Hasan Haco’nun bu desteğini özellikle vurgulayarak şöyle diyor;  “Öte yandan Kürt zengin ve ileri gelenleri yaptıkları bağışlarla Hawar’a destek sağladılar. Onları burada şükranla anmak isterim. Bunlardan birisi Heverkan Aşiretinin lideri Hasan Haco Ağadır.  Hasan Ağa büyük bir bağışla teşrif ettiler. Şam’a bizi ziyarete geldiğinde Hawara 400 Suriye Lirası bağışladı… Hasan Ağa bu bağışla yardım yarışında en ön safa geçti. Bu vesileyle şu veya bu şekilde Hawara yardım yapan şahsiyetlerin ismini anmayı bir borç biliriz...” 32( Hawar, sayı 26 1931)
Hasan Haco’nun başkanlığını yaptığı ‘Büyük Hayır Cemiyeti’, Cıvata Belengazên Kürt,  Cegerxwîn, Nurettin Zaza ve bazı Kürt aydınları tarafından kurulan “Ciwankurd” derneği ve bu derneğin çatısı altında yine Hasan Haco tarafından Hesekê de Kürtçe eğitim öğretim yapan okulun açılması,  dönemin önemli etkinlikleridir. Ayrıca Cıvata Belengazên Kürt bünyesinde çeşitli kültürel çalışmaların yapıldığını, kitaplar basıldığını bilinmektedir. Dönemin Türk yöneticilerinin bu çalışmalardan rahatsız olduğu ve  basılan kitapların Türkiye’ye girmesine engel olmak için önlemler aldıklarını bu gün resmi ağızlardan öğreniyoruz. Türkiye Cumhuriyeti başbakanı Recep Tayip Erdoğan Van’da yaptığı bir konuşmada (20 Mayıs 2011) CHP yönetiminin yasakçı zihniyetini anlatırken şöyle diyordu; “Hoybuncu Kürtlerinden Haço oğlu (Hasan Haco’nun oğludur NC) Süleyman Haço tarafından yazılarak 1948 yılında Halep'te bastırılan 'Modern Kürt Edebiyatından Parçalar' adlı kitabın yurda sokulmasının yasak edilmesi ve elde edileceklerin toplattırılması kararlaştırılmıştır. 25 Kasım 1949 imza İsmet İnönü… Kürt Fukara Hayır Cemiyeti tarafından 1932 yılında El Cezire'de bastırılan Kürt Fukara Hayır Cemiyeti Nizamnamesi adlı kitabın yurda sokulmasının yasak edilmesi ve elde edileceklerinin toplattırılması kararlaştırılmıştır. 25 Kasım 1949. İmza: İsmet İnönü...33(R.Tayip Erdoğan 20.05.2011 Van konuşmasından)
Türk hükümetinin Ceziredeki bu çalışmalardan rahatsız olması dahi çalışmaların önemini ortaya koymaktadır. Bu etkinlikler Kürt dili ve kültürünün gelişmesinde, Kürtler arası çok yönlü dayanışmanın sağlanmasında o günün şartlarında çok önemli çalışmalardır.
Heverki’lerin gösterdiği bir başka dayanışma örneği efsanevi Kürt lideri Barzani’yle olmuştur. Irak Kürdistan’ında Barzani hareketinin başlaması bütün Kürtler gibi, Suriyeli Kürtler için de büyük bir umut kaynağı olmuştur.  Suriye Arap yönetimi için ise umutsuzluk ve tehdit kaynağı olmuştur. Suriye Hükümeti önemli sayıda askeri gücünü Irak Arap yönetiminin yanında Kürt Peşmergesine karşı savaşa sürerken, Suriyeli Kürtlerde hareketin her evresinde Pêşmerge’ye destek vermiş, birçok Kürt genci doğrudan Peşmerge saflarına katılmıştır. Harekete her türlü maddi ve lojistik destek verilir. Doğal olarak bu durum hareketin liderliğinde memnuniyet yaratıyordu. Hasan Haco’nun İsveç’teki oğlu Ferzende’yle yaptığım söyleyişi de şöyle diyordu;
“Ben, Dr.Hiznî Haco, Hüseyin ve Mecit Serok Barzani’nin ziyaretine gitmiştik. Bizi çok içten karşıladı ve onurlandırdı. Hiç unutmuyorum, hal hatırımızı sorduktan sonra bize aynen şöyle dedi: “ Ben hiçbir zaman Hasan Haco’nun devrimimize, Kürt halkına ve aileme yaptığı iyilikleri unutmayacağım ”34(Ferzende Haco’yla söyleyişi, 2010.İsveç)
Hasan Haco’nun vefatından 7 yıl sonra Büyük Barzani  Heverki’lerin başına geçen  Cemil Haco’ya “Faziletli ve muhterem kardeşim…”  diye başlayan mektubun devamında şöyle diyor;
 … sizi asla unutmayacağız. Geçmişteki hizmetleriniz, tarafımızdan bilinmekte ve unutulmayacaktır.  Sizleri daima takdirle anmaktayız.”35(Bak mektup 1)


Yukarda Şeyh Sait isyanı sonrası Türk Devlet güçlerinin baskısından kaçan Kuzeyli Kürtlere Haco’nun gösterdiği dayanışmadan söz etmiştik. Bundan tam 54 yıl sonra tarih yine tekerrür eder ve Türkiyeli Kürtler yine zor durumdalar. 12 Eylül 1980’de Ordu bir darbeyle yönetime el koyar. Her türlü demokratik hak ve özgürlükler gasp edilir. İnanılmaz bir zulüm başlar. Bu zulümden en büyük payı Kürtler alır. Askeri diktanın işkence hanelerinden, zindanlarından bir şekilde kurtula bilen Kürt yurtseverlerinin büyük çoğunluğu yine soluğu Suriye Ceziresinde alır. Bütün Suriyeli Kürtler gibi, Heverkiler de Kuzeyli Kürt kardeşlerine kucak açarlar. Heverki’lerin evleri yüzlerce mülteciyle dolup taşar. O günleri yaşayan birçok kişiyle yaptığım görüşmelerde aynı sözü işittim; “Haco’ların iyiliklerini unutmayacağım”         
Ne var ki bu iyilikleri unutmayan bir kesim daha vardı, Baas iktidarı...
Suriyeli Kürtler, Mısır’da Cemal Abdulnasır’ın iktidara gelmesi ve Mısır-Suriye birliğinin kurulmasıyla(1958 ) siyasal ve kültürel anlamda nispeten rahat oldukları bir dönemi geride bırakırlar. Cemal Abdulnasır aslında Kürtlere gülümseyen bir politika izliyordu. Kahire’de Kürtçe yayın yapan bir radyo istasyonu bile açtı. Ne varki bu politikanın Suriye’ye yansıması farklıydı. “Mısır ile birlik Suriye’deki Arap milliyetçisi hissiyatın kabarmasına neden oldu.”36(Sriye Kürtleri,Harriyet Montgomery,Avesta yay) Suriyeli Arap siyasileri, Abdulnasır’ın Kürtlere yönelik izlediği ılımlı politikalar yerine ırkçı, inkârcı politikalar devreye sokmaya başladılar. Ancak Kürtler için Suriye’nin yaşanılmaz bir sürece girmesi 1963’te Baas Partisinin iktidarı ele geçirmesiyle başlar.
Kısaca Baas Partisi diye tanınan ‘Suriye Arap Sosyalist Baas Partisi’ 1947 yılında kuruldu. Asıl gücünü ordu içinde ki alevi kökenli subaylardan alıyordu. Dönemin sol totaliter argümanlarla, katı bir Arap milliyetçiliğinin sentezi olan bir ideolojiyle ortaya çıkmıştır. Bütün Arap devletlerinin birleşmesinin ateşli savunucusu olmuştur. İktidara geldikten sonra Kürtlere karşı Arap şovenizmi doruğa ulaştı. Baskılar günden güne arttı. Cezire, Efrin ve Kobani’de ki Kürt yerleşim birimlerindeki birçok ailenin topraklarına el konuldu. Kürtlerin öteden beri elde ettikleri maddi manevi haklar gasp edilmeye başlandı. Baas’çılar bütün bunları yaparken şöyle haykırıyorlardı;
Barzani, sen bizden değilsin. Al köpeklerini git!
Baas’ın Kürt politikası, sözüm ona Toprak reformu diye nitelendirilen ve Arap kuşağı ya da Arapçada El-Hizam el-Arabî adı verilen bir plana dayanıyordu. Bu plan, Baas Partisinin el-Heseke bölgesinin askeri sorumlularından Teğmen Muhammed Talib Hilal’ın Ceziredeki Kürtlere ilişkin hazırladığı rapora dayanmaktadır. Rapor, Kürtlerin yerlerinden edilmelerini ve bölgenin demografik karakterinin değiştirilmesinin yanında, Suriyeli Kürtleri, Irak ve özelikle Türkiye’dekilerden uzaklaştırmak ve aralarına koruyucu bir engel inşa etme amacını taşıyordu37(H.Montgomeri,Suriye Kürtleri)   Bu plan 1965’lerde Baas Partisi tarafından uygulanmış ve 1973’lere kadar devam etmiştir.
Hilal raporunda Heverki’lere özel bir bölüm ayırmış. “Yılanın başı” olarak nitelendirdiği Haco Ailesi ve Heverki aşiretini, Cezire ve Suriye için en büyük tehlike olarak görüyor ve bunun için onların cezireden çıkartılması gerektiğini önemle belirtiyor. “Heverkan Aşireti” başlığıyla raporda yer alan bölümü aşağıya aktarıyoruz.
 
Hevêrkan Aşireti 
Bu aşiret tarihte yol kesme ve eşkıyalıktaki becerikliliğiyle tanınır. Şeyh Sait çetelerine katılan lideri Haco, İsyanın bastırılmasından sonra kaçar ve Irak’a sığınır ancak Türk hükümetinin isteği üzerine Irak Hükümeti onu kabul etmez.  Bunun üzerine gizlice Türkiye’ye döner ve yakalanır ama her seferinde akıl almaz metotlarla cezaevlerinden kaçıp kurtulmayı başardı.   En sonunda Suriye halkının huzur ve güvenliğini bozmak için eşkıyalık faaliyetlerini Türk istihbaratının hizmetine girerek sürdürdü. Hatta Türklerin güvenini kazanmak için Suriye’ye inerek bir Fransız generalinin kafasını kesip Mardin Valisine sundu. Ancak Türk hükümeti ondan daha uyanık ve ileri görüşlüydü ona kanmadı. Haco’nun potansiyel tehlikesinin farkındaydı ve ardına düştü. Türklerden kaçıp Suriye’ye, şefkatli kollarımıza sığındı. Türkler ısrarla onu sınırdan uzaklaştırma isteklerine rağmen o ve ailesi Tirbespiyê ye yerleşti. 
Bu aşiretin Suriye, Türkiye ve Irak Kürtleri arasında çok sayıda taraftarı vardır ve büyük itibar bulmaktadır.  Aynı zamanda Suriye Elparti ve Kominist Partinin de yönlendiricisidir. Çünkü Şeytanın dinini benimsemiş ve onun yolunda gidiyorlar. Bağımsız bir Kürdistan kurmak için her yolu deniyor ve mücadele ediyorlar.  
1000 aileden fazla olan bu aşiretin üyeleri şuanda Haco ailesinden her hangi birisinin bir işaretiyle silahlanmaya hazır bekliyorlar. Etkileri altındaki aşiretler hariç sadece onlara ait 500 silahlı adamları vardır. 
Öteden beri hükümet İslami telkinlerle Kürtleri kazanmaya çalışıyor. Ancak bu gün ne dinin ne de başka şeylerin Elparti’nin inançlarını değiştirmeye yetmeyeceği anlaşılmıştır.  Beyhude bir çabayla onları Araplaştırmak için aralarına girdik. Gerçek yaşamdan aktaracağım şu küçük anı çabalarımızın ne kadar beyhude olduğunu gösterecektir; Arap öğretmen bir Kürt köyünde görev yapmaktadır. Öğretmenin oturduğu eve yakın bir Kürt komşusu var.  Evin hanımı okumamış, cahil bir kadındır.  Çocuğu öğretmenin yanında ders görüyor. Bir gün çocuğunun durumunu sormak için öğretmene gelir. Öğretmen “ Çocuğunuz genel olarak iyi sayılır ancak din dersleri ve kuran okuma da çok zayıf ve ilgisizdir” der. Bunu üzerine Kadın, “ Bize ne kurandan, biz Kürtler Kurandan vazgeçe biliriz” Diye cevap verir. Böylece başlayan münakaşa sırasında kadın, ırkçı ve Kürtçü yüzünü açıkça göstermiştir. Bu küçük anı bile, din olgusunun bizleri Kürtlere yakınlaştırıp bütünleştireceğine dair eski düşüncelerimizin artık işe yaramadığını kanıtlamaktadır.
Bu aileden ve taraftarlarından gelen tehlikeleri, amaçlarını, belgelerle ve mektuplarla tespitli Barzani’yle olan güçlü ilişkilerini görmemiz lazım.
İnsani ve barışçı ilişkilerle bunları durdurmak mümkün değil. Yetercince insani davrandık ama bu çabalarımız hep sonuçsuz kaldı. Artık bardak taştı, bir arada yaşamak için sarf ettiğimiz hiç bir şey işe yaramadı.
Bu nedenle artık Türklerin çok önceden çok haklı olarak bu aile ve aşireti sınırdan en az 150 km uzaklaştırılıp Suriye içlerine doğru göç ettirilmesini dair isteklerinin haklılığını hiç olmazsa şimdi kabul edelim ve acil olarak bu gün ırakta yapıldığı gibi bu ailenin tümünü yerlerinden koparılıp Suriye içlerine yerleştirelim. İstem ve teklifimiz budur.  Bu hem Cezirenin huzur ve güvenliğini sağlayacak hem de ırakta savaşan(Barzani’ye karşı NC) gençlerimize önemli bir destek olacaktır.
Şair çok doğru söylemiş:
“Eğer iyilik yapmak istiyorsan
Sadece yılanın kuyruğunu değil,
Başını da ez gönder ” 38(Muhammed Talib Hilal, Cezire bölgesinin ulusal, sosyal ve siyasal özelliklerine dair Rapor isimli kitab, 1968)

Görüldüğü gibi Muhammed Hilal, Suriye’de Kürt meselesinin çözümünde, daha doğru bir  ifadeyle Suriye ve Cezireyi Kürtlerden temizlemek için atılacak en önemli adımın Heverki’lerin Cezire’den çıkartılması olacağını vurguluyor. Rapor her ne kadar resmi kabul görmemişse de uygulamalar rapora uygun olmuştur. Raporda dikkat çekici bir başka nokta 1925 yılında Türk makamlarınca hazırlanan ‘Şark Islahat Planı’na olan şaşırtıcı benzerliğidir.

Sonuç     
Hilal’ın raporunda da anlaşılacağı gibi Suriyeli yöneticiler genelde Suriye’yi özelde Cezireyi Kürtlerden temizlemeyi hedeflemişlerdir. Bu amaçla ilk adım olarak “yılanın başı” saydıkları Haco ailesi ve Kürt özgürlük hareketinin ileri gelen ailelerin topraklarına el konuldu.  Sadece Haco  ailesinin elinde bulunan 30 köye ait yüz binlerce dönüm arazinin hepsine  el konuldu.39(Bengi Hacoyla söyleyişi, 2011.Diyarbakır) Kuşkusuz el konulan topraklar Kürt köylüsüne değil, Araplara dağıtıldı. Her Kürt köyünün yanında bir Arap köyü inşa edildi ve Suriye içlerinden, getirilen Arap aileler bu topraklara yerleştirildi. Cezirenin en verimli toprakları onlara verilirken, Kürtler yüz yıllarca sahip oldukları ata topraklarından koparılıp çöl tarafına iskâna tabi tutulmaya zorlandılar. Ancak Kürtler buna karşı şiddetle direnince Baas iktidarı geri adım atmak zorunda kaldı. Yinede  birçok aile zorla yerleştirildi. Birçoğu Şam, Halep gibi büyük şehirlere taşındı. Bir kısmı da  Avrupa’ya göç etmek zorunda kaldı.  
Yapılanlar bununla sınırlı kalmıyordu. Her türlü baskı ve işkence olağan hale geldi.  Bütün siyasi faaliyetler ve partiler yasaklandı. Halkın oylarıyla seçilen Kürt parlamenterler kanunsuz bir şekilde parlamentoya alınmadı.  Kürt ileri gelenleri sorgusuz sualsiz tutuklanıyor, aylarca haber alınamıyordu. Kürt dili ve kültürüne görülmedik yasaklar getirildi. Resmi kurum ve okullarda Kürtçe’ye yasak getirildi.  Kürt tarih kalıntılarını ve kimliğini yok etmek için Türkiye’de yapıldığı gibi Kürt coğrafyasındaki hemen bütün köy ve şehirlerin isimleri Araplaştırıldı. Heverki’lerin taktığı ve Suriye’de adeta Kürt olmanın bir sembolü haline gelen geleneksel başlık “Kum û Koloz” bile yasaklandı. 1962’de Cezirede yapılan bir nüfus sayımıyla yüz binlerce Kürt vatandaşlıktan çıkartıldı. Resmi kayıtlara ‘yabancı’ olarak geçen bu insanlar her türlü vatandaşlık haklarından mahrum edildi. Denilebilir ki yeryüzünde benzeri olmayan bu uygulama günümüze kadar devam etmektedir. Bütün bu uygulamaların amacı Kürtlere yaşamı çekilmez hale getirmek ve bir şekilde yerlerinden koparılıp, göç ettirmekti.
Bütün Kürtler gibi Heverkan’lıların Suriye’de yaşamı gün geçtikçe çekilmez bir hal alıyordu. Topraklara el konulması, geçimi tarıma dayanan nüfusun büyük bir kısmının ekonomik sıkıntıları başlar.  Haco ailesinin hemen bütün üyeleri fakirlik sınırına ulaşır. Görüştüğüm birçoğundan şu sözleri işittim;  “Geçinemiyorduk. Çok zaman açlık çektiğimizi oluyordu. İhtiyacımızı bitpazarından karşılıyorduk. Elimizde avucumuzda olan her şey sattık. Birçoğumuz evlerimizi bile sattık”
Bütün bu baskı ve saldırıların yanında ekonomik sıkıntılar da artınca doğal olarak çare arayışları da artıyordu. Derler ki Fransızların Suriye’den çekildikleri tarihte Haco’ya “bizimle gelin sizi de Fransa’ya yerleştirelim” diye teklif ettikleri ve o zamanlar kesin bir dille reddettikleri düşünce yani Avrupa’ya göç fikri böylelikle ortaya çıkar. Anlaşılan defalarca askeri güçlere karşı koymuş Heverkiler bu sefer silahlı bir başkaldırıyı göze alamamış, çareyi sessiziz sedasız göç etmekte bulmuşlar. Yaşlı ve orta kuşak bu düşünceye önce direnir, ancak zamanla onlarda en iyisinin bu olduğunu kabul emek zorunda kalırlar.    
1960’lı yıllarından itibaren bazı gençler Avrupa’ya okumak için gitmişlerdir. Onların ön ayak olmasıyla tek tek aileler gitmeye başlar. Yaşam şartları dayanılmaz olduğu halde önceleri çok hevesli davranılmıyordu. Çünkü her şeye rağmen vatan tatlıydı, topraklarından, doğup büyüdükleri yerlerden ayrılmak zor geliyordu. Üstelik çoğunun elinde yol vb. masrafları karşılayacak parası da yoktu. Bu masrafların karşılanması için, evlerini, ev eşyalarını kısacası elde ne varsa satmak zorunda kalıyorlardı. 
1985’lerde ailenin bazı büyükleri göç edince yönelim arttı.  Böylece Haco’nun Turabidin eteklerinden başlattığı büyük göç tekrar başladı. Ancak bu seferki göç ilkine benzemiyordu. İlki kendi vatanlarında yani Kürdistan topraklarında bir yer değiştirmeydi ama bu son göç’ün yönü Baltık ve Manş kıyılarına yönelikti. 1990 yılına gelindiğinde ailenin büyük bir kısmı Baltık kıyılarınaydı artık. Bir iki yaşlının dışında hemen hepsi Avrupa’ya göç etti. Kalan yaşlılardan biri ünlü müzisyen Ciwan Haco’nun babası merhum Brahim Haco idi.


Bu gün başta İsveç, Norveç gibi kuzey Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok Avrupa ülkesine dağılmış olarak Haco ailesine mensup 100-150 aile vardır. Diğer Heverkileri katarsak bu sayı 500-600’yü buluyor.     
Tarih kitapları bu tür toplumsal göçlerin hikâyeleriyle doludur. Ne var ki Heverkan’lılrın bu büyük ve sessiz göçü henüz yazılmamış, tarih sayfalarına geçmemiştir. 1926 da Turabidin’nin merkezi Midyat’tan  başlayan bu büyük göç hareketi, bugüne kadar ne Kürt ne de yabancı tarihçi ve yazarlar tarafından yazıldı. Oysa tarihçiler için olduğu kadar, sosyolog, edebiyatçı, romancı ve sinema yönetmenleri için çok zengin materyale sahip bir konudur.  Dilerim, bu sempozyum dikkatlerini çeker ve konuya yönelmeleri için bir vesile olur.
01.  05. 2011
Nezirê Cibo

NOT: Bu makale Artuklu Üniversitesi, Ömerli Belediyesi, Ömerli Kaymakamlığı ve Şarkiyat Araştırmaları Derneği tarafından düzenlenen "Ömeryan ve Çevresi Uluslararası Sempozyumuna" sunulmuştur.

Yorumlar

  1. Brêz Nezirê Cibo,

    Destê te sax. Min pirtûka te jî xwend. Birastî tu karekî pîrozî pêk tînê. Heya îro ev buyêrên dîrokî yên êla heverka nehatibûn nivîsandin.

    Li goramin hinek xeletî hebin jî ez dise dibêjim, destê sax û her tim serkeftî be. Ezê li gora xwe tiştina ji tere binivîsîm, lê ne niha. Bi slavên germ

    YanıtlaSil
  2. sıpas bo newaf haco jı goew nemaya diroki bımere par wekir eji weki xorteki ewerki serbılınd pe kef xoşbum

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu – 4 / Nezîrê CIBO

Fransız İşgaline Karşı Kürt Direnişi ve Beyandur Olayı: Fransızlar Cezireye geldiklerinde Şamar Aşiret reisi Mişel Başo El Erba onları “memnuniyetle karşıladı”. Böylece Fransız desteğini alarak rakibi Tay aşireti ve Kürtlere karşı avantaj elde etti. Şamar liderinin kışkırtmasıyla Fransızlar, Kürtler üzerindeki baskılarını arttırdılar. Birçok Kürt aşiret reisini tutukladılar. Bunların birçoğunu Beyandur köyünde boğazlarına kadar toprağa gömdüler, sonra da aç köpekler saldırtarak hepsini öldürdüler. Suriye Komünist Partisi yayın organ Direseti İştiraki ’de 1985 yılında yayınlanan bir yazıda olayla ilgili şunlar yazılıyordu: “Fransızlar Beyandur köyünün tepesinde bir kışla kurmuşlardı ve Kürt ileri gelenlerini tutuklayıp onları canlı halde boğazlarına kadar toprağa diktiler. Osê isminde (Tilminar köyünden) birini öldürdükten sonra diğerlerini de bu şekilde toprağa dikip üzerlerine aç köpekler saldırtarak öldürttüler, diğer aşiret reisleri kaçtı, tutuklanan bazıları ise sürgün edild

Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu ve II Haco Olayı - 1/ Nezirê CIBO

Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu ve II Haco Olayı / Nezirê CIBO Nezîrê CIBO Kürt tarihi; istilacılara, yağmacı ve çapulculara karşı başkaldırılar tarihi olduğu kadar ihanetler ve iç çatışmalar tarihidir de. Kürt özgürlük hareketlerinde de bu ikili at başı gitmiştir. Başlayan her başkaldırı beraberinde ihanetin izlerini de taşımıştır. Büyük ozan Ahmedê Xanî’nin Mem û Zîn ‘indeki büyük aşk ile aşıkların peşini hiç bırakmayan o kötü adam Bekoewan gibi… Kuşkusuz  bu doğal bir diyalektiktir. Özgürlük-kölelik, aydınlık-karanlık, gerçekliğin iki yüzüdür. Biri olmadan öteki olmaz. Ancak onurlu ve insanca bir yaşam için aydınlığın karanlığa, özgürlüğün köleliğe baskın gelmesi de bir zorunluluktur. Kürt insanı bugüne kadar bütün uğraşlarına rağmen aydınlık yüzü görememiş ise, bunu engelleyen birçok nedenin başında bu iç çekişmeler, siyasi çatışmalar, aşiretler arası kavgalar, kan davaları ve ihanetler vardır. Tarihimizin bu dramatik olduğu kadar ders verici sayfaları ne yazık ki yeteri