Ana içeriğe atla

”Kahpe bir cinayet hikâyesi"nin hatırlattığı kahpe bir cinayet / Nezirê CİBO

Kurdinfo.com sitesinde geziniyordum. Hep tanıdık bildik simalar. Ne
saklayayım aklıma ilk gelen şey her nedense, “Eski dostlar, Eski dostlar…”
diye başlayan şarkı oldu.
Resimlerinden seçtiğim kadarıyla saçlar ağarmış,
kimi ak pak olmuş, kimi dökülmüş, ama kimi de Vildan  gibi yıllara
inat “beyaza boyama” modasına uymamış. 

Doğal olarak hafif bir hüzün çöktü… O
deli dolu delikanlılık günlere, “Bir militana notları”, “Saygon
zindanlarında direnişi ” tekrar tekrar okuduğumuz, avazımızın çıktığı kadar
“Kurdara Azadi” sloganını haykırdığımız o günleri hatırlayıp ta
duygulanmamak mümkün mü? Yeni yetme Türk gençliğin tabiriyle bir süre
“nostalji takıldım” Hızlı çekim bir film şeridi gözlerimin önünde geçti. Ama
eski dostların yazılarını okumaya başlayınca o duygulu anlar sona erdi. Daha
ciddi “takılmak” zorunda olduğumu hissettim.
 
Bu yazılarda dikkatimi en çok çeken DDKD geleneğinden gelenlerin yeniden bir
araya getirmek için yapılan toplantı çağrılarıydı. DDKD Genel Saymanlığı
dâhil çeşitli kademelerde görev almış eski bir DDKD li olarak yürek
atışlarımın hızlanmasına engel olamadığımı söylemeliyim. Engel olamadım
çünkü günahıyla sevabıyla söz konusu edilen geçmişimdi, gençliğimdi. Engel
olamadım çünkü bu çağrı ve tartışma davetlerine kayıtsız kalmam mümkün
değildi. Engel olamadım çünkü Bu konuda benimde söyleyecek bir şeylerim
vardı.
 
Ne var ki dikkatimi çeken başka bir yazıyı; Sait Aydoğmuş'un “Kahpe bir
cinayetin Hikâyesi: Cüzam ve Mustafa Tangüner” başlıklı yazısını okuyunca
belki birçok kişinin unuttuğu ama yıllardır kafamı kurcalayan başka bir
konuya değinmeye karar verdim. Çünkü yazı yıllardır üzeri bilinçli olarak
örtülen bir konuya parmak basma fırsatı veriyordu bana. Bu nedenle de söz
konusu çağrı ve davetler ile ilgili düşüncelerimi daha sonraya bırakarak
“Kahpe Bir Cinayet Hikâyesinin” bana hatırlattığı, bugüne kadar hiçbir yerde
en ufak bir açıklamanın yapılmadığı, yapılmışsa da benim haberdar olmadığım
başka bir “Kahpe Cinayet Hikâyesini” Sayın Sait Aydoğmuş'a hatırlatmaya
karar verdim. “O dönemin bir yöneticisi olarak” belki söyleyecekleri
vardır.
 
Öncelikle Mustafa Tangüner arkadaşın yazıda yapılan övgülere, hatta daha
fazlasına layık olduğunu, Ölüm haberini aldığımızda, kendi payıma tarif
edilmez bir üzüntü duyduğumu, söylemeliyim. Hele ölüm şeklinin yazıda
belirtildiği şekilde olduğuna dair duyumlar aldığımızda doğrusu üzüntüm
ikiye katlanmıştı. Bu coğrafyada özgürlük savaşçıları ölüme pek uzak
olmazlar. Her an bir namlunun soğukluğunu enselerinde hissedebilir, ya da
hain pusularda toprağa düşe bilirler. Beklenmedik bir durum değildir bu. Bu
anlamda onlar ve onları sevenler bu tür ölümlere hazırlıklıdırlar. Ama
özgürlük savaşçılarının hazırlıklı olmadığı, dost saflarda olanların ya da
öyle görünenlerin, ya da öyle olması gerekenlerin kurduğu hain pusulardan
sıkılan kurşunlardır. Doğal olarak bu tür ölümler daha üzüntü vericidir ve
unutulması daha zordur. İşte söz konusu yazıyı okuyunca yıllar önce işlenen
bir başka “kahpe cinayet hikâyesi” geldi aklıma. Sanırım Sait arkadaşta iyi
hatırlar; DDKD genel merkez kurucularından Mehmet Oruç'un öldürülmesi
olayını…
 
18. Ağustos 1979 da Diyarbakır da Mehmet Oruç ve arkadaşı Mahmut Çıkman
tıpkı Mustafa Tangüner gibi hiç beklemedikleri hain bir pusudan sıkılan
kurşunlara hedef oldular. Mehmet aramızdan ayrılırken Mahmut Çıkman yaralı
olarak kurtula bildi.
 
O sıralar ben öğrenciydim. Batı Anadolu'nun bir kentinde okuyordum. Olayı
işittiğimizde, gözyaşlarımızı tutamamıştık. Tıpkı Mustafa'nın ölümünü
işittiğimizde gözyaşımızı tutamadığımız gibi… Ama olayla ilgili aldığımız
haberler üzerine üzüntümüz daha da katlandı. Çünkü aldığımız duyumlar
sıkılan kurşunların Mehmet'in dost sandığı, yıllarca beraber aynı saflarda
mücadele verdiği çevrelerden sıkıldığına dairdi. Ama biz inanmamıştık,
inanmak istememiştik. Şimdide de inanmak istemiyoruz. Dedim ya aldığımız
duyumlar, sağda solda, söylenenler bu yönde idi. Bunun içinde kulaklarımızı
bu tür söylentilere kapadık ve o yıllarda yere düşen her yurtseverin,
devrimcinin ardından yapıldığı gibi, birkaç arkadaşla bir araya geldik ve
Mehmet'in anısına bir bildiri kaleme aldık. Hiç unutmuyorum; kısa
özgeçmişini ve devrimci kişiliği ile ilgili bilgiler verdikten sonra,
bildiriyi “ Kahrolsun Mehmet'i öldürenler.” “Mehmedi öldürenler kim olursa
olsun, sömürgecilere ve onların yerli işbirlikçilerine hizmet etmişlerdir.”
Şeklinde bazı sloganlarla bitirmiştik. Önce bulunduğumuz o kentte dağıttık.
Sonrada Kürdistan'daki birçok DDKD şubesine postaldık. Ancak bildirimiz
hiçte hoş karşılanmadı. DDKD kitlesine ulaşılması engellendi. Dolaylı
dolaysız tehdit ve baskılara maruz kaldık. Bu nedenle de bildiriye imza
koyan birçok arkadaş sahiplenemedi ve attığı imzayı inkâr etti. Sonuçta
bildiriye sahip çıkan yalnız ben kaldım. Bunun üzerine:

“Neden kahrolsun Mehmet'i öldürenler.” Sözünden rahatsız oluyorsunuz?
Camiamızın en seçkin üyelerinden birinin öldürülmesine neden bu kadar
kayıtsız kalıyorsunuz? Neden katillerini kınayanları hedef alıyor, DDKD
çevresinden soyutluyorsunuz? Diye sorduğumda da doğru dürüst bir cevap
verilmiyordu. Kem kum geçiştiriliyordu. Bu sorularımda ısrarlı davranınca
da “ bundan böyle aramıza girme” diye uyarıldım. (Ne acıdır ki bu uyarıyı
bana ileten arkadaşta daha sonra yine “Kahpe bir cinayete” kurban gitti.) O
günden sonrada her şey bir sis perdesine büründü ve bugüne kadar süren bir
sessizlik başladı.
 
Olayın üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen o gün sorulan sorular hala
cevapsız duruyor. İşte şimdi, o dönemin bir yöneticisi olan Sayın Sait
Aydoğmuş'a soruyorum; Mustafa Tangüner'in ardından anlattığın “ kahpe bir
cinayet hikâyesi” gibi “İki Saitler Olayı” ile ilgili yazdıkların gibi
Mehmet'in hikâyesiyle ilgili bir şeyler anlatman gerekmiyor mu? Yıllardır,
yüzlerce insanın kafasını kurcalayan bu sorulara cevap vermek gerekmiyor mu?
Yoksa çok mu “belalı” bir konu? Kim benzer olayları biliyorsa açıklamalıdır
ki, hem içimizdeki tetikçileri hem de “ajan”larımızı bilelim ve bunları
bertaraf etmeyi başaralım.” Diyorsunuz. Evet! Size katılıyorum. Yerden göğe
kadar haklısınız. İçimizdeki o kaba, ilkel, sorunlarını insani diyaloglarla
çözmekten aciz, demokratik kültürü özümsememiş, eski çağlardan kalmış,
kendisi gibi düşünmeyen herkesi düşman, hain ilan eden, zihniyeti açığa
çıkartmadan, teşhir edip yok etmeden Kürt coğrafyası iflah olmaz, gerçek
özürlüğü yakalayamaz. Yakalamadığı gibi o “ kahpe cinayetleri” işleten, ruh
sağlığı bozuk, tedaviye ihtiyacı olan köylü despotların kanlı batağına
saplanıp kalır.
 
Çağrınıza katılıyor ve yineliyorum; haydi başaralım! İçimizdeki tetikçileri
bilelim ve onları bertaraf edelim.
 
Kuşkusuz bu soruların tek muhatabı siz değilsiniz. O dönemin tek yöneticisi
siz değilsiniz. Bu olayla ilgili bir şeyler söylemesi gerekenleri bütün DDKD
camiası tanıyor. Asıl onlar muhataptır. Sizin şahsınızda, bu soruları yine
soruyor ve doğrusu suskunluğu bozmalarını bekliyoruz. Yeniden bir araya
gelme, toparlanma çağrılarının yapıldığı bu günlerde bu ve buna benzer
“Kahpe cinayetlere” karşı sergilenecek tavır bu çağrıları yapanlar içinde
inandırıcılık ve samimiyetin ölçüsü olacağı kanısındayım. Öyle ya geçmiş
geleceğin aynasıdır. Geçmişin sağlıklı bir muhasebesi yapılmadan, yapılan
hatalar ve doğrular ayrıştırılmadan, Hele hele kuşku ve şaibelerden
arınmadan, tertemiz, mümkün olduğu kadar lekesiz bir sayfa açmadan,
istediğiniz kadar bağırın. Nafile, sesiniz kısılır. Kendinizi
duyuramazsınız. Yanılıyor muyum Sait Arkadaş.
 
Diyorum ki gelin hep birlikte;
Kahrolsun Mustafa Tangüneri Öldürenler!
Kahrolsun Mehmet Orucu Öldürenler!
Kahrolsun Vedat Aydını öldürenler! Diye haykıralım. Bu cinayetleri
işletenleri ve onların tetikçi piyonlarını lanetleyelim.
 
8.12.2005

Not: Bu yazı kurdinfo.com sitesinden alınmıştır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu – 4 / Nezîrê CIBO

Fransız İşgaline Karşı Kürt Direnişi ve Beyandur Olayı: Fransızlar Cezireye geldiklerinde Şamar Aşiret reisi Mişel Başo El Erba onları “memnuniyetle karşıladı”. Böylece Fransız desteğini alarak rakibi Tay aşireti ve Kürtlere karşı avantaj elde etti. Şamar liderinin kışkırtmasıyla Fransızlar, Kürtler üzerindeki baskılarını arttırdılar. Birçok Kürt aşiret reisini tutukladılar. Bunların birçoğunu Beyandur köyünde boğazlarına kadar toprağa gömdüler, sonra da aç köpekler saldırtarak hepsini öldürdüler. Suriye Komünist Partisi yayın organ Direseti İştiraki ’de 1985 yılında yayınlanan bir yazıda olayla ilgili şunlar yazılıyordu: “Fransızlar Beyandur köyünün tepesinde bir kışla kurmuşlardı ve Kürt ileri gelenlerini tutuklayıp onları canlı halde boğazlarına kadar toprağa diktiler. Osê isminde (Tilminar köyünden) birini öldürdükten sonra diğerlerini de bu şekilde toprağa dikip üzerlerine aç köpekler saldırtarak öldürttüler, diğer aşiret reisleri kaçtı, tutuklanan bazıları ise sürgün edild

Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu ve II Haco Olayı - 1/ Nezirê CIBO

Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu ve II Haco Olayı / Nezirê CIBO Nezîrê CIBO Kürt tarihi; istilacılara, yağmacı ve çapulculara karşı başkaldırılar tarihi olduğu kadar ihanetler ve iç çatışmalar tarihidir de. Kürt özgürlük hareketlerinde de bu ikili at başı gitmiştir. Başlayan her başkaldırı beraberinde ihanetin izlerini de taşımıştır. Büyük ozan Ahmedê Xanî’nin Mem û Zîn ‘indeki büyük aşk ile aşıkların peşini hiç bırakmayan o kötü adam Bekoewan gibi… Kuşkusuz  bu doğal bir diyalektiktir. Özgürlük-kölelik, aydınlık-karanlık, gerçekliğin iki yüzüdür. Biri olmadan öteki olmaz. Ancak onurlu ve insanca bir yaşam için aydınlığın karanlığa, özgürlüğün köleliğe baskın gelmesi de bir zorunluluktur. Kürt insanı bugüne kadar bütün uğraşlarına rağmen aydınlık yüzü görememiş ise, bunu engelleyen birçok nedenin başında bu iç çekişmeler, siyasi çatışmalar, aşiretler arası kavgalar, kan davaları ve ihanetler vardır. Tarihimizin bu dramatik olduğu kadar ders verici sayfaları ne yazık ki yeteri

Turabidin’den Baltık’a

Kürt Toplumunda Aşiretin Önemi