saklayayım aklıma ilk gelen şey her nedense, “Eski dostlar, Eski dostlar…”
diye başlayan şarkı oldu.
Resimlerinden seçtiğim kadarıyla saçlar ağarmış,
kimi ak pak olmuş, kimi dökülmüş, ama kimi de Vildan gibi yıllara
inat “beyaza boyama” modasına uymamış.
Doğal olarak hafif bir hüzün çöktü… O
deli dolu delikanlılık günlere, “Bir militana notları”, “Saygonzindanlarında direnişi ” tekrar tekrar okuduğumuz, avazımızın çıktığı kadar“Kurdara Azadi” sloganını haykırdığımız o günleri hatırlayıp taduygulanmamak mümkün mü? Yeni yetme Türk gençliğin tabiriyle bir süre“nostalji takıldım” Hızlı çekim bir film şeridi gözlerimin önünde geçti. Amaeski dostların yazılarını okumaya başlayınca o duygulu anlar sona erdi. Dahaciddi “takılmak” zorunda olduğumu hissettim.Bu yazılarda dikkatimi en çok çeken DDKD geleneğinden gelenlerin yeniden biraraya getirmek için yapılan toplantı çağrılarıydı. DDKD Genel Saymanlığıdâhil çeşitli kademelerde görev almış eski bir DDKD li olarak yürekatışlarımın hızlanmasına engel olamadığımı söylemeliyim. Engel olamadımçünkü günahıyla sevabıyla söz konusu edilen geçmişimdi, gençliğimdi. Engelolamadım çünkü bu çağrı ve tartışma davetlerine kayıtsız kalmam mümkündeğildi. Engel olamadım çünkü Bu konuda benimde söyleyecek bir şeylerimvardı.Ne var ki dikkatimi çeken başka bir yazıyı; Sait Aydoğmuş'un “Kahpe bircinayetin Hikâyesi: Cüzam ve Mustafa Tangüner” başlıklı yazısını okuyuncabelki birçok kişinin unuttuğu ama yıllardır kafamı kurcalayan başka birkonuya değinmeye karar verdim. Çünkü yazı yıllardır üzeri bilinçli olarakörtülen bir konuya parmak basma fırsatı veriyordu bana. Bu nedenle de sözkonusu çağrı ve davetler ile ilgili düşüncelerimi daha sonraya bırakarak“Kahpe Bir Cinayet Hikâyesinin” bana hatırlattığı, bugüne kadar hiçbir yerdeen ufak bir açıklamanın yapılmadığı, yapılmışsa da benim haberdar olmadığımbaşka bir “Kahpe Cinayet Hikâyesini” Sayın Sait Aydoğmuş'a hatırlatmayakarar verdim. “O dönemin bir yöneticisi olarak” belki söyleyeceklerivardır.Öncelikle Mustafa Tangüner arkadaşın yazıda yapılan övgülere, hatta dahafazlasına layık olduğunu, Ölüm haberini aldığımızda, kendi payıma tarifedilmez bir üzüntü duyduğumu, söylemeliyim. Hele ölüm şeklinin yazıdabelirtildiği şekilde olduğuna dair duyumlar aldığımızda doğrusu üzüntümikiye katlanmıştı. Bu coğrafyada özgürlük savaşçıları ölüme pek uzakolmazlar. Her an bir namlunun soğukluğunu enselerinde hissedebilir, ya dahain pusularda toprağa düşe bilirler. Beklenmedik bir durum değildir bu. Buanlamda onlar ve onları sevenler bu tür ölümlere hazırlıklıdırlar. Amaözgürlük savaşçılarının hazırlıklı olmadığı, dost saflarda olanların ya daöyle görünenlerin, ya da öyle olması gerekenlerin kurduğu hain pusulardansıkılan kurşunlardır. Doğal olarak bu tür ölümler daha üzüntü vericidir veunutulması daha zordur. İşte söz konusu yazıyı okuyunca yıllar önce işlenenbir başka “kahpe cinayet hikâyesi” geldi aklıma. Sanırım Sait arkadaşta iyihatırlar; DDKD genel merkez kurucularından Mehmet Oruç'un öldürülmesiolayını…18. Ağustos 1979 da Diyarbakır da Mehmet Oruç ve arkadaşı Mahmut Çıkmantıpkı Mustafa Tangüner gibi hiç beklemedikleri hain bir pusudan sıkılankurşunlara hedef oldular. Mehmet aramızdan ayrılırken Mahmut Çıkman yaralıolarak kurtula bildi.O sıralar ben öğrenciydim. Batı Anadolu'nun bir kentinde okuyordum. Olayıişittiğimizde, gözyaşlarımızı tutamamıştık. Tıpkı Mustafa'nın ölümünüişittiğimizde gözyaşımızı tutamadığımız gibi… Ama olayla ilgili aldığımızhaberler üzerine üzüntümüz daha da katlandı. Çünkü aldığımız duyumlarsıkılan kurşunların Mehmet'in dost sandığı, yıllarca beraber aynı saflardamücadele verdiği çevrelerden sıkıldığına dairdi. Ama biz inanmamıştık,inanmak istememiştik. Şimdide de inanmak istemiyoruz. Dedim ya aldığımızduyumlar, sağda solda, söylenenler bu yönde idi. Bunun içinde kulaklarımızıbu tür söylentilere kapadık ve o yıllarda yere düşen her yurtseverin,devrimcinin ardından yapıldığı gibi, birkaç arkadaşla bir araya geldik veMehmet'in anısına bir bildiri kaleme aldık. Hiç unutmuyorum; kısaözgeçmişini ve devrimci kişiliği ile ilgili bilgiler verdikten sonra,bildiriyi “ Kahrolsun Mehmet'i öldürenler.” “Mehmedi öldürenler kim olursaolsun, sömürgecilere ve onların yerli işbirlikçilerine hizmet etmişlerdir.”Şeklinde bazı sloganlarla bitirmiştik. Önce bulunduğumuz o kentte dağıttık.Sonrada Kürdistan'daki birçok DDKD şubesine postaldık. Ancak bildirimizhiçte hoş karşılanmadı. DDKD kitlesine ulaşılması engellendi. Dolaylıdolaysız tehdit ve baskılara maruz kaldık. Bu nedenle de bildiriye imzakoyan birçok arkadaş sahiplenemedi ve attığı imzayı inkâr etti. Sonuçtabildiriye sahip çıkan yalnız ben kaldım. Bunun üzerine:“Neden kahrolsun Mehmet'i öldürenler.” Sözünden rahatsız oluyorsunuz?Camiamızın en seçkin üyelerinden birinin öldürülmesine neden bu kadarkayıtsız kalıyorsunuz? Neden katillerini kınayanları hedef alıyor, DDKDçevresinden soyutluyorsunuz? Diye sorduğumda da doğru dürüst bir cevapverilmiyordu. Kem kum geçiştiriliyordu. Bu sorularımda ısrarlı davranıncada “ bundan böyle aramıza girme” diye uyarıldım. (Ne acıdır ki bu uyarıyıbana ileten arkadaşta daha sonra yine “Kahpe bir cinayete” kurban gitti.) Ogünden sonrada her şey bir sis perdesine büründü ve bugüne kadar süren birsessizlik başladı.Olayın üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen o gün sorulan sorular halacevapsız duruyor. İşte şimdi, o dönemin bir yöneticisi olan Sayın SaitAydoğmuş'a soruyorum; Mustafa Tangüner'in ardından anlattığın “ kahpe bircinayet hikâyesi” gibi “İki Saitler Olayı” ile ilgili yazdıkların gibiMehmet'in hikâyesiyle ilgili bir şeyler anlatman gerekmiyor mu? Yıllardır,yüzlerce insanın kafasını kurcalayan bu sorulara cevap vermek gerekmiyor mu?Yoksa çok mu “belalı” bir konu? Kim benzer olayları biliyorsa açıklamalıdırki, hem içimizdeki tetikçileri hem de “ajan”larımızı bilelim ve bunlarıbertaraf etmeyi başaralım.” Diyorsunuz. Evet! Size katılıyorum. Yerden göğekadar haklısınız. İçimizdeki o kaba, ilkel, sorunlarını insani diyaloglarlaçözmekten aciz, demokratik kültürü özümsememiş, eski çağlardan kalmış,kendisi gibi düşünmeyen herkesi düşman, hain ilan eden, zihniyeti açığaçıkartmadan, teşhir edip yok etmeden Kürt coğrafyası iflah olmaz, gerçeközürlüğü yakalayamaz. Yakalamadığı gibi o “ kahpe cinayetleri” işleten, ruhsağlığı bozuk, tedaviye ihtiyacı olan köylü despotların kanlı batağınasaplanıp kalır.Çağrınıza katılıyor ve yineliyorum; haydi başaralım! İçimizdeki tetikçileribilelim ve onları bertaraf edelim.Kuşkusuz bu soruların tek muhatabı siz değilsiniz. O dönemin tek yöneticisisiz değilsiniz. Bu olayla ilgili bir şeyler söylemesi gerekenleri bütün DDKDcamiası tanıyor. Asıl onlar muhataptır. Sizin şahsınızda, bu soruları yinesoruyor ve doğrusu suskunluğu bozmalarını bekliyoruz. Yeniden bir arayagelme, toparlanma çağrılarının yapıldığı bu günlerde bu ve buna benzer“Kahpe cinayetlere” karşı sergilenecek tavır bu çağrıları yapanlar içindeinandırıcılık ve samimiyetin ölçüsü olacağı kanısındayım. Öyle ya geçmişgeleceğin aynasıdır. Geçmişin sağlıklı bir muhasebesi yapılmadan, yapılanhatalar ve doğrular ayrıştırılmadan, Hele hele kuşku ve şaibelerdenarınmadan, tertemiz, mümkün olduğu kadar lekesiz bir sayfa açmadan,istediğiniz kadar bağırın. Nafile, sesiniz kısılır. Kendiniziduyuramazsınız. Yanılıyor muyum Sait Arkadaş.Diyorum ki gelin hep birlikte;Kahrolsun Mustafa Tangüneri Öldürenler!Kahrolsun Mehmet Orucu Öldürenler!Kahrolsun Vedat Aydını öldürenler! Diye haykıralım. Bu cinayetleriişletenleri ve onların tetikçi piyonlarını lanetleyelim.8.12.2005Not: Bu yazı kurdinfo.com sitesinden alınmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder