Ana içeriğe atla

“Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz”

“Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz”

Oldum olası, o gri tonlarda, sıkıcı felsefi betimlemeleri, uzun ve tepeden bakan bilgiç izahatları sevmedim.
Benim kuşak o bilgiçlerden! Çok çekti. Politzer'in Felsefe'nin Temel İlkelerini okuyup, sağdan soldan sonu “izim”le biten birkaç akademik kavramı ezberleyen bu bilgiçler! Etraflarında birkaç genç görmeyiversin. Başlarlardı anlatmaya… Bütün çaba; Mümkün olduğunca anlaşılmamaktır. Anlaşılmadığı sürece de karşısındaki; “vay be ne kadar bilgili bir adam.” Diye içinden geçirir ve cahilliğine! Yanardı. Bu nedenle ne zaman felsefi bir kavram veya söylemle muhatap olur ya da bir şekilde ilgili olsam aklıma o bilgiç! Ağabeyler! Gelir.

İşte büyük filozof ve felsefeci Herakleitos'un yazıya başlık yaptığım sözü yine onları anmama ve geçmişe şöyle bir uzanmama sebep oldu. İyi de oldu çünkü konumuz zaten geçmiş…

Bu arada gerçek bilgiçlere, birikimlerini aktaran, bizleri aydınlatan, ulusal bilinçlenmede büyük katkıları olan gerçek aydınlara şükran duygularımızı iletmeyi, saygılarımızı sunmayı bir borç bildiğimizi belirteyim. Onlara lafımız yok.
 
Yukarıdaki sözler bilimsel bir felsefi bakışı ve mantık anlayışını küçümsediğim ya da gereksizliğini savunduğum şeklinde de anlaşılmamalı. Tam tersine toplumsal, siyasal olayların çözümünde duygusallıktan uzak, bilimsel bir yaklaşım ve yorumlama mantığının gerekliliğini ve zorunluluğunu vurgulama anlamını taşır. Toplumsal, siyasal sorunlarla ilgilenenlerin sağlıklı bir dünya görüşüne sahip olmaları hayati önem taşır. Bu da bilimsel bir felsefi bakış ve tarihsel anlayışa sahip olmaktan geçer. Ancak böyle bir düşün tarzıyla toplumsal sorunlar anlaşılır hale gelir ve çözüm imkânına kavuşur. Toplumsal olay ve olguları doğru anlamanın, sorunlara doğru çözümler bulmanın yolu budur.
 
Ne var ki toplum olarak bu anlamda bir kültür birikimimiz ve alışkanlığımızın olduğunu söylemek çok zor. Sorunlarımızın çözümünde başvurduğumuz yöntem, genel anlamda realist, bilimsel mantık kurallarından çok gelenekçi, fanatik yaklaşımlar, ya da abartılı hamasi duygu girdaplarında yüzmektir. Bu sadece Kürt toplumunun değil bütün Doğu İslam dünyasın egemen kültüründe, geleneğinde olan bir gerçekliktir.
Son günlerde, Kürt kamuoyunda bir araya gelme, yeniden toparlanma ile ilgili çağrı ve çabaları da böyle bir mantık çerçevesinde değerlendirmenin bizleri çok yanlış sonuçlara götüreceğini anlamak için çok çaba sarf etmeye gerek yok sanırım.

Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi bu tür çağrıları ilk duyduğumda özellikle DDKD isminin yeniden gündemleştiğini gördüğümde gerçekten yürek atışlarımın hızlanmasına engel olamamıştım. Bunun nedenini ve anlamını bundan yaklaşık otuz yıl önce yirmi yaşlarında olan ve benim gibi, adeta onula büyüyen, gençliğimizin o en deli yıllarını onun saflarında geçiren arkadaşlarım anlarlar.
 
Evet, o muazzam şahlanışı, ulusal uyanışı, o coşku selini yaşayan yaşatan arkadaşlarım bunu çok iyi bilir ve anlarlar.
 
Diyeceğim o ki, kendi payıma olayın böyle bir duygusal yanı olduğu gibi benim dışımda diğer arkadaşlarda da olmasının çok doğal olduğunu söylemek mümkün. Ancak, doğal olmayan duygularımızın, aklın ve mantığın gereklerine baskın olması, yaşamımızı ve pratiğimizi kontrol altına almasıdır. Oysa konu geleneksel duygusal yaklaşımlara tahammülü olmayan hayati bir öneme sahiptir. Bu anlamda geçmişe olan özlem duygularıyla, fanatik saplantılarla yaklaşmak yanılgılara ve hayal kırıklıklarına yol açacağını söylemek yanlış olamasa gerek.

Eğer gerçekten bu günkü sürece müdahale etmek ve bu anlamda etkin olmak isteniliyorsa öncellikle geçmişin sağlıklı bir muhasebesi, değerlendirilmesi yapılmalı. Yapılmalı ki gelecekle ilgili sağlıklı ve isabetli kararlar alına bilsin. Geçmişi doğru anlamak, geleceği de doğru anlamanın ön koşuludur. Geçmişi tamamen yadsımak, yaratılan değerleri küçümsemek yada göz ardı etmek ne kadar yanlışsa geçmişe saplanıp, salt nostaljik duygularla yaklaşmak, yapılan hataları görmezden gelmek te o kadar yanlıştır. Tarihi süreci bilimsel bir bakışla değerlendirerek, realist, akılcı yaklaşımlar geliştirmek gerekmektedir.
 
İşte konuya verdiğim bu önemden dolayı gelişmeleri bu güne kadar çok kenarda kalmadan, yakından izledim ve düşüncelerimi dillendirmedim, dillendirmekte istemedim. Çünkü gerçekten konuyu sağlıklı bir mantık süzgecinden geçirmeden, üzerinde yoğunlaşmadan, hemen bir hükme varmanın yanlış olacağını düşünüyorum. DDKD Kurucu ve Yöneticileri adına yapılan açıklama metni bana ilk ulaştığında da bu düşüncemi arkadaşlara yazılı olarak ilettim. Ne var ki bu çekincem pek kala alınmadı ve söz konusu açıklama metni hemen kamuoyuna duyuruldu.
 
Bu bağlamda Konuyla ilgili düşüncelerimi daha açık olarak paylaşmayı gerekli gördüm. Amacım; gecikmişte olsa konunun tartışılmasını, farklı yaklaşımların da değerlendirilmesini ve böylece daha doğru hedeflere yönelmeye naçizane katkı sağlamak. Bu bir, ikincisi söz konusu çağrıların yapıldığı günden beri birçok arkadaşımın neden çağrı metnine imza atmadın? bu çabalara karşımı sın? Şeklindeki sorularına da cevap vermek…
Öncellikle, şunun bilinmesini isterim; Karşı olduğum, yeniden toparlanma, bir araya gelme değildir. Karşı olduğum, DDKD kökenlilerin yeniden buluşması da değildir. Karşı olduğum, DDKD kurucu ve yöneticileri adına yapılan çağrının yapılış biçimi ve çağrı metninde dile getirilen bazı düşünce ve eğilimlerdir. Şöyle ki;
 
Bana göre çağrının, yeterince tartmadan, ölçüp biçmeden, tartışmadan, fikir alışverişine gerek duymadan, yöntem belirlemeden ve anlamakta zorluk çektiğim bir acelecilikle yapıldığına inanıyorum.
 
Çağrı kurucu ve yöneticiler adına yapılıyor ama birçoğuna danışılmadan, onların dışında bir metin kaleme alındı ve önlerine konuldu; “Fikirlerinizi bildirin” denildi. Ama öyle bir aceleye getirildi ki fikirlerini bildirme fırsatı bile verilmedi. Bildiren arkadaşların fikirleri de pek kala alındığını sanmıyorum. En azından benim öyle oldu. Bu başlı başına bir eksiklikti. Oysa önceden konu tartışılmalıydı. Çağrının Amacı, hedefi ne olmalı? Diye, insanların fikirleri alınmalı, karşılıklı diyaloglar geliştirilmeliydi. Yapılmadı. Tersine bundan kaçınıldı. Böylece henüz yolun başında iken yanlış bir adım atıldı. Diye düşünüyorum.
 
Doğru olan; aceleye getirmeden hep birlikte tartışarak, fikir alış verişi yaparak hepsinin katkılarıyla, çok sesli bir platformda çok daha sağlıklı, doğru hedefleri gösteren bir çağrı metnin hazırlanmasıydı.
 
Yine çağrının kapsamı ve amacı önceden geliştirilecek diyaloglarla, temaslarla belirlenmeliydi. Öncellikle çağrıyı yapacak olan kurucu ve yönetici arkadaşların bu anlamda, yani çağrının amacı ve kapsamı konusunda fikir birlikteliği sağlanmalıydı.
 
Örneğin, bana göre çağrı DDKD çevresiyle sınırlı tutulmamalıydı. Çok daha geniş bir yelpazeyi kucaklaya bilirdi.Bu süreçte fraksiyonel toparlanmadan daha çok ulusal toparlanma öncellikli tutulmalıydı.
 
 
Çağrının biçim ve yöntemiyle ilgili gördüğüm bu eksikliklerin dışında yukarda belirttiğim gibi, asıl düşündürücü olan metinde dile getirilen bazı görüşlerdir;
 
Eğer dikkat edilirse, Kürt özgürlük hareketinde bir zamanlar etkinlik kurmuş ancak üstlendiği sorumluluğun altından kalkamamış, maratonu yarıda bırakmış ve bu anlamda tarih olmuş bir “Siyasal İradeyi” yeniden gündemleştirme, onurlandırıp başköşeye oturtma gayreti görünecektir. Her ne kadar bu çabaların DDKD'nin reorganizasyonu anlamına gelmeyeceği belirtiliyorsa da “ 2006'ların DDKD si için siyesi bir vizyonun ve iradenin gerekliliği” vurgulanmakta ve şöyle devam edilmektedir.
“Bizler aynı zamanda tüm olumsuzluklara, ayrılıklara ve tartışmalara rağmen DDKD yi yaratan siyasi iradenin ve bu siyasi iradenin oluşumunda ve gelişiminde emeği geçen yöneticilerin hakkını vermek gerektiğine ve bu perspektiflerinin takdire değer çaba olduğuna inanıyoruz. Böyle bir yaklaşım aynı zamanda toplumumuzda vefaya ve takdire dayalı ahlaki ve tarihi bilincin de gereğidir.”
 
El insaf… Arkadaşlar bizden, o muazzam potansiyeli değerlendiremeyip, iflas ettiren, sıfırı tüketen, binlerce genç kadroyu ortada bırakmış, sahip çıkamamış, darmadağın etmiş, PKK saflarına sürüklemiş bir “siyasi irade”yi onurlandırmamızı, bir anlamda ödüllendirmemizi istiyorlar. Doğrusu sormak gerekir; Dünyanın neresinde koşuyu terk eden sporcunun ödüllendirdiği görülmüştür? Dünyanın neresinde bu kadar başarısızlık göstermiş politikaların başköşeye oturtulduğu, takdir edildiği görülmüştür?
 
Eğer gerçekten “vefa”dan söz edilecekse, “siyasi irade”den önce dönemin cefakâr DDKD gençliğinin hakkını vermek gerektiğine inanıyorum. DDKD her ne kadar sözü edilen “siyasal irade”nin legal gençlik yapılanması şeklinde ortaya çıkmışsa da, onun ötesinde ve ilerisinde bir yapı arz etmiştir. Söz konusu siyasal yapı her yönüyle onun gerisinde kalmış, onu yönlendireceğine daha ileri hedeflere taşıyacağına ona ayak bağı olmuştur. Ama her şeye rağmen o Kürt ulusal davasına küçümsenmez katkılar sağlamıştır. Demokratik, legal bir gençlik örgütü olarak üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştır. Sırtında taşıyıp yücelttiği O irade ise gün gelip zoru görünce onu kaderiyle baş başa bırakıp terk etmiştir. Bunun dile getirilmemesi ve göz ardı edilmesi, DDKD'nin asıl yaratıcısı olan Kürt gençliğine haksızlık edildiğine inanıyorum.
 
Çağrı metninin dikkatimi çeken bir başka paragrafı da şudur:
“Bu çağrı ve tartışmalar esasında dünden bu güne toplumumuzun ve halkımızın mücadelesi açısından önemini yitirmemiş siyasal değerlerin ve siyasal amaçların etrafında yeni koşullarda yeniden toparlana bilme ve bir arada buluna bilmenin arayışı olarak algılanmalıdır.”
 
Evet, dünden bugüne elbette hala “önemini yitirmemiş siyasal değerler ve amaçlar” vardır. Ama bu anlamda büyük bir değişim ve başkalaşımın yaşandığını da gözden kaçırmamak gerekir. Dün bir değer olan çok şey bu gün hiçbir şey ifade etmeye biliyor. Daha önce çağrıyı yapan arkadaşlara yazılı olarak belirttiğim gibi yaklaşık otuz yıl önce birlikteliği olan insanları yeniden bir araya getirme çalışıyorsunuz. Bu süre içinde Dünyada ve bizim coğrafyada bütün siyasi dengeler alt üst oldu. Sistemler çöktü, ideolojiler, ekonomik anlayışlar değişti, kimi iflas etti, kimi tersine güçlendi, önem kazandı. Doğal olarak insanların da düşünceleri, anlayışları değişti. Bunun bilincinde olarak sağlıklı bir ön çalışma yapılmalı, diyaloglar geliştirilmeli, temaslar kurulmalıydı. Çağrı daha sonraki bir iş olmalıydı.
 
Göz ardı edilmemesi gereken bir başka hususta günümüz dünyası ve coğrafyamızın politik dengeleridir. Şu süreci hepimiz yaşadık, yaşıyoruz; Sosyalist blok'un dağılmasıyla gerek Dünya'nın gerek Orta Doğu'nun politik dengelerinin hızla bir değişime girdiği süreci… Bu değişimin son yıllarda ne denli bir alt üst oluşa dönüştüğünü de hepimiz gördük, görüyoruz. Bütün dünya bu değişim sürecinden etkilendiği gibi Kürt halkı da etkilendi. Kuşkusuz kimileri bundan olumsuz bir şekilde etkilendi. Özellikle Orta Doğunun statükocu devletlerin bu değişimden ödü patlamakta, uykuları kaçmaktadır. Ama Kürtler aynı şeyi söyleyemeyiz. Onlar için tam tersi bir durum söz konusudur; Değişen dengeler büyük ölçüde onların lehinedir. Artık Orta Doğunun merkezin de onlarda vardır. Bu coğrafya da izlenecek politikalar artık onları da hesaba katmak zorundadırlar.
 
Ne var ki, Kürtlerin bu elverişli durumu değerlendirip, devam ettirmek, daha da ileri hedeflere ulaştırmak için sağlıklı politikalara ihtiyaçları vardır. Bütün Kürt siyasilerinin asla ihmal etmemeleri gereken bir konudur bu. Yeniden toparlanma, bir araya gelme iddialarıyla ortaya çıkan arkadaşların da Bunu hiç gözden kaçırmamaları gerekir. Atacakları adımlar bu değişim sürecine ters düşmemelidir.
 
Bunun içinde ulusal toparlanma ve ulusal birlik ekseninde politikalar izlenmeli, bu doğrultudaki çabalara hız verilmeli, katkı sağlanmalıdır. Bu çabaları sekteye uğratacak her türlü girişime karşı çıkılmalı, izin verilmemelidir. Her kesimden, her eğilimden Kürt yurtseverlerin bir arada olduğu, siyasi oluşumlara omuz verilmelidir. İşte HAKPAR, KUDÇG… Ulusal güçlerin bir araya geldiği, politikalar üretildiği, henüz istenilen seviyede değilse de cılız da olsa umut verici yapılanmalardır. Bütün Kürt kesimlerin, politik çevrelerin bu ve benzer yapıları desteklemeleri, omuz vermeleri, geliştirmeleri gerekir. Doğru hedeflere yönelen, yeni ve dinamik oluşumlar bu platformlarda çeşitli eğilimlerin, düşüncelerin birleşmesiyle, kaynaşmasıyla süreç içinde ortaya çıkar. Otuz yıl öncesinin, siyasi yapılanmalarını yeniden sahneye çıkartmaya çalışmaktansa bu sürece katkı sağlayarak, geriye değil ileriye bakan, realist, alternatif politikalar üretecek, her kesimden insanı kucaklayacak ve harekete geçirecek, muhalefet olabilecek yapılanmalar yaratılmalı.
 
Bu anlamda Yılların birikim ve deneyimini, değerlendirmeye evet. “1978'lerin 20'li yaşlardaki DDKD'li gençlerin” buluşmasına, yeniden tanışmasına evet. Hep birlikte “ ne yapmalıya?” cevap bulmak için diyaloglar geliştirmeye, alternatif politikalar üretmeye evet. Ulusal ve ülkesel çıkarları ön plana çıkartan, grupsal çıkarları feda eden, politikalar üretmek için işbirliği yapmaya da evet. Ama Kürdistan genelinde başlatılan ulusal toparlanma arayış ve girişimlerin hızlandığı bu süreçte, yeniden bölünme ve ötekileşmeye, marjinalleşmeye neden olacak girişimlere hayır.
 
Sönmüş “küllere” üfürmekten vazgeçelim. Geçmişten ders almak yerine onu yaşatma ya da yaşama çabalarından vazgeçelim.“ Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz” Diyen büyük Herakleitos'a kulak verelim. Diyorum.
 
Sönmüş küllere üfürerek nefeslerimizi tüketeceğimize, yeni ufukları aydınlatacak, parlak nevroz ateşlerini alevlendirmek için nefeslerin birleştirilmesi daha akıllıca olmaz mı?
14.03.2006

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu – 4 / Nezîrê CIBO

Fransız İşgaline Karşı Kürt Direnişi ve Beyandur Olayı: Fransızlar Cezireye geldiklerinde Şamar Aşiret reisi Mişel Başo El Erba onları “memnuniyetle karşıladı”. Böylece Fransız desteğini alarak rakibi Tay aşireti ve Kürtlere karşı avantaj elde etti. Şamar liderinin kışkırtmasıyla Fransızlar, Kürtler üzerindeki baskılarını arttırdılar. Birçok Kürt aşiret reisini tutukladılar. Bunların birçoğunu Beyandur köyünde boğazlarına kadar toprağa gömdüler, sonra da aç köpekler saldırtarak hepsini öldürdüler. Suriye Komünist Partisi yayın organ Direseti İştiraki ’de 1985 yılında yayınlanan bir yazıda olayla ilgili şunlar yazılıyordu: “Fransızlar Beyandur köyünün tepesinde bir kışla kurmuşlardı ve Kürt ileri gelenlerini tutuklayıp onları canlı halde boğazlarına kadar toprağa diktiler. Osê isminde (Tilminar köyünden) birini öldürdükten sonra diğerlerini de bu şekilde toprağa dikip üzerlerine aç köpekler saldırtarak öldürttüler, diğer aşiret reisleri kaçtı, tutuklanan bazıları ise sürgün edild

Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu ve II Haco Olayı - 1/ Nezirê CIBO

Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu ve II Haco Olayı / Nezirê CIBO Nezîrê CIBO Kürt tarihi; istilacılara, yağmacı ve çapulculara karşı başkaldırılar tarihi olduğu kadar ihanetler ve iç çatışmalar tarihidir de. Kürt özgürlük hareketlerinde de bu ikili at başı gitmiştir. Başlayan her başkaldırı beraberinde ihanetin izlerini de taşımıştır. Büyük ozan Ahmedê Xanî’nin Mem û Zîn ‘indeki büyük aşk ile aşıkların peşini hiç bırakmayan o kötü adam Bekoewan gibi… Kuşkusuz  bu doğal bir diyalektiktir. Özgürlük-kölelik, aydınlık-karanlık, gerçekliğin iki yüzüdür. Biri olmadan öteki olmaz. Ancak onurlu ve insanca bir yaşam için aydınlığın karanlığa, özgürlüğün köleliğe baskın gelmesi de bir zorunluluktur. Kürt insanı bugüne kadar bütün uğraşlarına rağmen aydınlık yüzü görememiş ise, bunu engelleyen birçok nedenin başında bu iç çekişmeler, siyasi çatışmalar, aşiretler arası kavgalar, kan davaları ve ihanetler vardır. Tarihimizin bu dramatik olduğu kadar ders verici sayfaları ne yazık ki yeteri

Turabidin’den Baltık’a

Kürt Toplumunda Aşiretin Önemi