Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Heneka 1 Nisanê û Mesela Alfabê / Nezirê Cibo

Roja yekê Nîsanê di malpera rupelanu.com ê de nûçeyek wiha liber çavê min ket. Nûçe li ser navê Serokwezîr Berzanî wîha digot: “Me biryar da, em derbasî alfabeya Latînî dibin” Çawa çavê min li vê hevokê ket îcar ji kêfa min berdewama nûçê nexwend û heman demê min xwest vê nûçeya xweş bi dost û havalan re parve bikim. Lewma di facebookê de weşand. Gelek haval û dost wek min dilşadî û kêfxweşîya xwe anîn ziman. Lê piştî demek kin hat fam kirin ku rastîya nûçê tune û wek heneka 1ê Nîsanê hatîye weşandin.  Bawerîya min ewe ku kesên ev henek amade kirin, bi zaniyarî  ya dilê gelek Kurdî anîne ziman û bi vî ewayî xwestin ku mesela alafabê têxin rojevê. Bî vê sebûnetê ez dixwazim di vê derheqê de çend peyva bêjim. Bikaranîna alfaba Erebî lî hemberî pêşketina ziman û têkîlîyên Kurdan ên çandî de, bi her ewayî kêmasî û astengîye. Ez neziman nasim lê bi rehatî karim bêjim ku alfaba Erebî ne ligora fonetîk û gramera zimanê Kurdî ye. Ev yek. Ya dudoya; Nivîs û xwendina Alfaba Erebî z

Oxirbe Kek Bengi / Nezirê Cibo

Me pirtûka Heznî Haco ya bi navê “Tê Bîra Min” wergerandbû Tirkî.  Niha li ber çapê ye.  Ji bo hilbijartina hinek wêneyên ku di pirtûkêde werin weşandin diva bû ku ez û  Kak Heznî werin ba hev. Me civanê xwe li ofisa Vaqfa İsmail Beşikçi ya Şaxa Diyarbekir danîbû. Ez berî wî çum waqfê. Piştî demek kin ew jî hat.  Çaxê ket hindir û çavê min li rûdêna wî ket min tê derxist ku madê wî ne xweş e, morale wî ne baş e.  Piştî xêr hatin û li hev pirsînê Kek Heznî ji nişka ve û bi xemgînî got: “Kek Nezir ezê xebereke ne xêrê bidim te” Hêj min ne got fermo wî berdewam kir; “Bengî çû rehmetê” Wê gavê her tişt li ber çavê min reş bû, qeşem girt.  Her der, jiyan, dinya ser û bino bû, sar û bê tam bû.  Kela girî ket zengelora min. Gotin nema…  Piştî demekê  bê hemd ev gotin ji deve min derketin; “Wax, wax… mala minê, ne wextê te bû birayê delal. Welleh ne wextê te bû lo…” Ma hun Bengî Haco nasnakin? Bi kurtasî ji were bejim;  Ew kurê Celal Haco ye. Celal

Anadil ve Eğitimi / Nezirê CİBO

Sözlüklerde dil, insanların düşünce ve duygularını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan, zeban olarak tanımlanır. Diğer bir ifadeyle dil, insanların anlaşmasını, iletişim kurmasını, düşünce ve duygularını birbirine aktarmasını sağlayan bir araçtır. Maddi manevi ortamı algılama, hayallerinin, ilişkilerinin belirleyicisi, iletişimin olmazsa olmazıdır. Kendini anlamanın, anlatmanın ve öteki insanı anlayabilmenin temel yoludur. Tarihte insanların kelime ve cümle kuramadıkları, konuşma etkinliğinin gelişmediği dönemler olmuştur. O zamanlar insanlar çeşitli işaret ve sesler aracılığıyla anlaşıyorlardı. Zaman geçtikçe ses ve işaretler anlamlı hece ve kelimelere, kelimeler cümlelere dönüşür. Böylece insanlığın daha önce sahip olamadığı, dilsel etkinlik olan konuşma yeteneği gelişti. Bu anlamda insanlık tarihinin en önemli keşfi diye bileceğimiz dil, toplum ve toplulukların oluşmasında, bilimin ilerlemesinde ve günümüz uygarlıkların oluşumunda önemli

“AZ DÜŞÜNEN ÇOK KONUŞUR” / Nezirê CIBO

Genellikle çok konuşan insan sevilmez. Bu bilindiği halde bazı insanlar var ki bu huylarından vaz geçmezler. Hele sadece kendisi konuşup, dinleyicisinin konuşmasına izin vermeyen tipler var ki dostlardan uzak. Bu tip insanların cemaatinde senin sadece dinleme hakkın vardır. Olur ya konuşmak ister, sohbete katılmak istersin, yo öyle bir lüksün yok. Sadece o konuşur sen dinlemek zorundasın. Boşuna yorulma, Konuşsan da dinlemez, lafın bir yerinde sözünü keser, sen tekrar dinleyici durumuna düşer ve saatlerce emme tulumba gibi kafanı sallarsın… Allah'ım ne suç işledim de bana bu cefayı reva gördün, ne olursun beni kurtar dersiniz ama yok, öyle kolay değil. Nezaketinizden İzin istemek için lafı bitirmesini beklersiniz ama ne gezer, onda lafın sonu gelmez. Üstelik her konuda olduğu gibi, bu konuda da çok konuşmanın iyi bir huy olmadığını yine en çok onlar nutuk atarlar ama yine de bildiklerini okurlar. Bu tür her konuda fikir sahibidir, bilmedikleri bir şey yoktur(!) Kendiler

Pencinariler - 2 / İsmail Beçikçi

Kürd toplumundaki bu ilişkilerin, ayrıntılı bir şekilde,  zengin olgusal dayanaklarıyla saptanması ve anlatılması gerekir. Ama bununla yetinmemek lazımdır. Çağdaş değerler, çağdaş politik ve toplumsal gelişmeler ışığında, bu durumları, bu ilişkileri eleştirmek de gerekir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, bütün uluslar, kendi geleceklerini belirleme hakkının yaşama geçmesi için çabalarken Kürdlerin neden bu süreci kavrayamadıklarını irdelemek şüphesiz çok önemlidir. Kürd aşiretleri, rakip aşiretleri etkisiz güçsüz bırakmak için devletle işbirliği yapıyorlardı. Devlet de Kürdlerin bu zaafını etkin ve yaygın bir şekilde kullanıyordu. Bu süreçse, Kürd birliğinin oluşması önünde çok önemli bir engeldir. Bugünse, Kürdlerin bu tür zaafları başka boyutlarda yine devam etmektedir. Güney Kürdistan’da, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, bağımsızlık gündeme geldiği zaman, bu süreci etkisiz bırakmak için, Irak, İran, Suriye gibi devletlerle işbirliği yapılmaktadır. Burada, Mesut Barzani

Pencinarîler-I / İsmail Beşikçi

Nezirê Cibo’nun, Kürt Tarihinde Garzan ve Pencinarîler kitabının (İBV Yayınları, Nisan 2016) önemli bir özelliği var. Kitap, aşiret olgusunun, Kürt tarihindeki yeri ile ilgili önemli belirlemeler yapıyor.  İsmail Beşiklçi Aşiret, Kürdlerin, Kürd toplumunun hem var olma, kendini koruma, bugünlere kadar gelme nedeni, hem de uluslaşıp bir devlete sahip olamamanın önemli nedenlerinden biri olarak ortaya çıkıyor. Kürdistan, Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun kavşak noktasında bulunmaktadır. Batı’dan Doğu’ya doğru yapılan seferler, Asya’dan Batı’ya doğru yapılan seferler, her zaman Kürdistan’ı da içine almaktadır. İskender’in (M.Ö 356-323) Asya seferinde, daha sonra, Pers ve Roma istilalarında, bu istilalara karşı Kürdler hep aşiretler olarak direnmişlerdir. Yedinci yüzyılda, İslam istilalarına, 11. yüzyılda Oğuz akınlarına, 13. yüzyılda, Moğol akınlarına karşı, Kürdler hep aşiretler olarak direnmişler, varlıklarını sürdürmüşlerdir. Aşiretlerin önemli bir özelliği, aşiretler a

“Elindeki çöpü yere atan bizden değildir” / Nezirê CİBO

          Diyarbakır'ın gözde semtlerinden olan Dicle Kent Villaları mevkiinde bulunan Dicle Fırat Kolejine uğradığım ilk gün, o güne kadar gördüğüm emsallerinden oldukça farklı bir okul profiliyle karşılaştım.  Bu farklılıklardan eğitime bakış açısını çok net olarak özetlemesi bakımından dikkatimi en çok cezbeden şeyse okulun bahçe duvarında gözüme ilişen şu söz oldu; “Elindeki çöpü yere atan, yerdeki çöpün yanından geçen bizden değildir.” Doğrusu “Komşusu açken tok yatan bizden değildir,” “Irkını inkar eden bizden değildir” gibi sözler işitmişliğim olmuştu ama “Elindeki çöpü yere atan bizden değildir” sözünü daha önce işittiğimi hatırlamıyorum. Anlaşılacağı gibi çevre temizliğine verilen önem oldukça idealize edilmiş bir ifadeyle dile getirilmişti.          O gün ve daha sonraki günlerde zaman zaman okul kurucusu hukukçu Sabahattin Korkmazla okul kampusunu turlarken, arada bir eğilip yerdeki çöp kırıntılarını çöp kutusuna atmasına, bahçedeki çiçek ve ağaçları adeta bi