13-15 Mayıs 11 tarihinde Mardin’de Artuklu Üniversitesi, Şarkiyat Araştırmaları Derneği,
Ömerli Belediyesi ve Kaymamalığı’nın işbirliğiyle “Ömerli - Omeriyan ve Çevresi” isimli bir sempozyum düzenlendi. Oldukça önemli bir etkinlikti. Sanırım Türkiye’de ilk kez böyle kapsamlı ve çok dilli bir sempozyum düzenleniyordu. Yurt içinden ve dışından 50’nin üzerinde araştırmacı, tarihçi, yazar, edebiyatçı ve bilim adamı katıldı. Altı dilde (İngilizce, Kürtçe, Türkçe, Ermenice, Süryanice ve Arapça) konuşmalar yapıldı ve tebliğler sunuldu.
Bende sempozyuma davetliydim. Ömeryan’a komşu ve tarih boyunca çok sıkı ilişkileri olan Heverkan Aşiretiyle ilgili bir konuşma yaptım ve sempozyuma “ Turabidin’den Baltık’a” başlıklı bir bildiri sundum.
Sempozyum gerçekten dikkat çekiciydi. Her ne kadar açılış istiklal marşıyla yapıldıysa da oldukça özgür ve demokratik bir atmosferde gerçekleşti. Kimse kimseye bağırmadan, kaşlar çatılmadan oldukça müsamahakar ve tahammül kar bir hava hakimdi. Devletin resmi ideolojisinin katı savunucularının yanında, Kürt, Ermeni ve Süryani gibi “ötekilerin” düşünce ve eğilimlerini dile getirenler sükunet içinde bir birini dinlediler, anlamaya çalıştılar. Devletin resmi bir üniversitesinde, resmi görevlilerin huzurunda Kürt katılımcılar Kürt, Kürdistan kavramlarını rahatça kulandılar. Ermeni ve Süryani katılımcılar her ne kadar rahatlamaları mümkün olmasa da içlerini döktüler. Özellikle, Tuma Çelik, “Ömeryan bölgesi ve Süryaniler” başlıklı bildirisini sunarken Süryanilere yüz yıllarca yapılan zulümlere isyan ediyor, sitem ediyordu. Testereyle kesilen suçsuz günahsız kurbanları anlatırken bile sakin olmaya çalışıyordu ama pek becerdiği söylenemezdi. “Artık, kaçmak, terk etmek yok. Var olmak için, kayıp ettiklerimizi elde etmek için mücadele edeceğiz.” diyordu. Bu söylemleri ve isyanı kimi katılımcılarca “geçmişe fazla takılmak” şeklinde eleştirildiyse de Prof. Dr. Kadri Yıldırım’dan “fazla değil az bile” diye destek aldı.
55 yıl önce Mardin’i terk edip İstanbul’a yerleşmek zorunda kalan Ermeni Thomas Çerme ve eşi Vartanuş Çerme de katılımcılar arasındaydı. Sesiz ve sakin görünüyorlardı ama iç dünyalarında fırtınalar koptuğunu anlamak pek zor olmuyordu. Her ne kadar söz etmek istemelerse de o iç paralayıcı, vahşet günlerinin izlerini okumak, anlamak mümkündü. Her davranış ve sözlerinden yorgunluk, hüzün, hasret, öfke ve özlem okumak mümkündü.
Tohmas Beyle kısa bir sohbet arasında Mardin’in beton “ucube”lerle kuşatıldığını, güzelim Mardin evlerinin bakımsız ve hor kullanıldığından yakındı. “Bizim evimiz usta bir ressamın elinden çıkmış bir tablo gibiydi. Babam en ufak bir çivi bile çaktırtmazdı” deyince boş bulundum ve “Ne oldu evinize, sattınız mı?” diye soru verdim. Hala kanayan yarasına basıvermiştim; “Ahhh… lütfen onu sormayın… onu sorma…” diye feryat edince sorduğuma bin pişman oldum ama ağzımdan çıkı vermişti.
Sempozyumda Yezidiler de vardı, genç katılımcı,Yrd.Doç.Dr. Birgül Açıkyıldız “Mardin ve çevresinde Yezidiler” adlı sunumu ve slayt gösterisi etkileyici ve hoştu. Aynı konuyu değerli hocamız, Prof. Dr. Kadri Yıldırımın oldum olası imrendiğim o güzelim Kürtçesinden dinledik. Yezidileri daha enine boyuna ondan dinledik. Hoca konuşmasının sonunda oturum başkanına Süryanileri Konu alan benzer bir sempozyumun düzenlemesi önerisinde bulundu. Önerisi makul karşılandı.
***
Oturum aralarında, fırsat bulunca sempozyumun yapıldığı Artuklu Üniversitesi Konferans salonunun hemen üzerinde bulunduğu Mardin-Diyarbakır yoluna çıkar şehre doğru ufak yürüyüşler yapardım. Ancak Mardin’in o güzelim görüntüsü, yerden mantar gibi fışkıran ve göğe doğru yükselen “ucube” beton yığınlarından artık zor seçiliyordu. Önceleri Diyarbakır’dan şehre gelirken daha 10 - 15 km kala Mardin kalesi bütün doğallığıyla beliriverir ve kendisini seyrettirirdi. Ama şimdi, o muhteşem görüntüden önce sözüm ona “yeni şehir” adı verilen şehrin giriş kısmında, yolun her iki yanına rastgele serpiştirilen, her türlü mimari düzen ve estetikten yoksun çirkin, beton blokları göze batı vermektedir. Bu durum Orhan Miroğlu’nun da dikkatini çekmiş ve bir oturum başında söz alarak “Anlayamıyorum, güzelim Mardin’e neden bunu yapıyorlar. Bu ‘ucube’lere neden izin veriliyor. Sayın Başbakan bu ucubeleri görmüyor mu?” diye seslendi. Dilerim sesi işitmişlerdir…
Sempozyumun sonunda Derul Zahferan Kilisesi, Dara Harabeleri ve Midyat’a gezi düzenlendi. Önce Derul Zahferan’a gidildi. Daha sonra Dara’ya… Defalarca gezip gördüğüm yerleri bir kez daha keyifle gezdim. Ama Daradaki o muazzam tarihi mekanların bakımsızlığı, insanımızın tarihe sahip çıkma konusundaki bilinçsizliği, değerini bilmeyişi ve doğal çevreye olan duyarsızlığı keyif kaçırıcıydı.
Dara’dan sonra Beyaz Suda kısa bir molla… ve sonra da Midyat… ben burada kafileyi Turabidin'in merkezi güzelim Midyatla baş başa bırakıp ayrıldım. Özel bir işim nedeniyle Hasankeyf'te, üzüm ve pekmez diyarı Turabidini petrol diyarı Raman'a bağlayan köprünün başında bir çay molasından sonra Batman'a geçtim. 16.05.2011
Brayê Nezîr!
YanıtlaSilBerî ku ez rexnên xwe bikim, spasiya hemû kesên ku keda wan di vê konferansê de hebû, dikim.Konferansa ku li ser Ola(Eşîret) OMERYA, ji alî Universîta Artuklu hatiye çêkirin cîhê kêfxweşiyê ye. Wek ku hûn jî dizanin Omerya herêm...ekî Kurdistana Bakur û olekê mezintirîn ji ên Kurdistanê û bi taybetî jî Mêrdînê ye.
Pirs û rexnên min ne li ser onferansê ne, li ser nivîsandina navê Omerya ye.We/Te navê Omerya weke Tirkî nivîsiye û ev jî şaşiyek mezine. Herfa(tîpa)"Ö" di zimanê Kurdî de tune ye û ji ber ku Eşîreta OMERYA jî eşîretek Kurda ye navê wê wek ku Kurd dibêjin, dixwînin û bi lêv dikin binivîsin. Heta em xwe ji zimanê dagirkeran azad nekin; wê zêde xizmeta me ji ziman û doza me re çênebe.Yani Navê OMERYA û Omerî nekin "Ömerya" û "Ömeri". Serkeftin ji bo kar, xebat û çalakiyên we.
Bekir Ucar
Beri hertişti Em Spas dıkın jıboy van agahiye te. Deste te sağbe Amo
YanıtlaSilMehmet Heverki47
Spas
YanıtlaSilDeğerli hocam,
YanıtlaSilSempozyuma gelemedik ama bu yazınızla hem bizi bilgilendidiniz hem kısa ve hoş bir geziye çıkarttınız. teşekkürler hocam...