Ana içeriğe atla

25 YIL ÖNCE…25 YIL SONRA – VII (Nezîrê Cibo)

Erzan Palas ve Brayê Xoşevîst (Sevgili Kardeşim


Öğrencisi olduğum Konya Eğitim Enstitüsü’nün faşist-ırkçı grupların eline geçmesiyle okulda barınma imkânımız kalmamıştı. Yüzlerce sol eğilimli öğrenci başka okullara kayıt aldırdı ya da tahsil hayatını sonlandırmak zorunda kaldı. Ben de yarım kalan eğitimimi tamamlamak için Diyarbakır’a gitmeye karar verdim. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’ne kayıt işlemlerimin yapılması konusunda yardımcı olması için bir arkadaşla bağlantı kurmuştum. Ondan olumlu haber almam üzerine kısa sürede toparlanıp Konya garından trene bindim.

1976’nın başlarıydı. Bir akşamüzeri Diyarbakır garına indim. Bana yardımcı olacak arkadaşla DYÖKD’de (Diyarbakır Yüksek Öğrenim Kültür Derneği) buluşacaktık. Ancak vakit geçti ve yorgundum. Bu nedenle bir otele yerleşmeye karar verdim. O tarihlerde Diyarbakır’a yolu düşen her solcu ve “Kürtçü” gibi “Kürtçüler Yuvası”(Hêlina Kürtçiya) diye bilinen Erzan Palas’ın yolunu tuttum. Bana daha önce tarif edildiği için oteli rahat buldum; garın şehre açılan kapısından elimde iki küçük valizle çıktım ve Urfakapı’ya doğru giden ana caddede yürümeye başladım. DSİ’yi, Dörtyol’u ve sebze halini (şimdi Eski Hal) geçtikten sonra Urfakapı’dan sur içine girdim. Melikahmet’e doğru yürümeye devam ettim. Bu arada Erzan Palas’ı sormayı da ihmal etmiyordum. Nihayet bana tarif edildiği gibi Melikahmet Caddesi üzerinde, balıkçılar başına varmadan, sağ tarafta yer alan, üç değişik renkle yazılmış ötelin tabelasını gördüm. Tabelanın zemini kırmızı, üzerindeki yazılar ise yeşil ve sarıydı.

İçeri girdim. Lobi olarak kullanılan dar ve uzunca giriş, bu girişin sonunda sol tarafta ufak resepsiyon gişesi bulunuyordu. Sağ tarafta ise birkaç meşin koltuk dizilmişti. Resepsiyonda zayıf, benim yaşlarımda, siyah ve dalgalı saçlı biri oturuyordu. Karşısında meşin bir koltuğa oturmuş, güzel giyimli, duruş ve edasından patron olduğunu belli eden biri daha vardı. Sonradan bunun Aziz Alış, resepsiyondakinin ise F. Medeni Marşil olduğunu öğrenecektim. Yerimi ayırdıktan sonra lobide biraz oturup sohbet ettik. Konya’da öğrenci olduğumu, okulda yaşanan gelişmeleri ve Diyarbakır’a gelmemin nedenini anlattım. Oldukça sıcak ve samimi bir yaklaşım gösterdiler. Kendisi o anı hatırlar mı bilmiyorum; ama Aziz Alış’la ilk tanışmam böyle oldu. Tabi Medeni’yle de… O gün, hesapta olmayan ve birazdan anlatacağım bazı ani gelişmeler nedeniyle yaşamımda bir milat oldu diyebilirim.
Yorgun olmama rağmen gösterilen sıcak ilginin etkisiyle olacak ki oldukça uzun sohbet ettik. Sonra yatmak üzere bana ayrılan odaya geçtim. Tek kişilik küçük bir odaydı. Valizlerimi yerleştirmiş, soyunup yatağa uzanmaya hazırlanıyordum ki kapı hızlı hızlı çaldı. Kim o, demeye varmadan çoğu sivil bir grup polis paldır küldür içeri daldı. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Çok sert ve kaba hareketlerle etrafı aramaktan daha çok dağıtmaya başladılar. Valizlerimin birinde elbiseler vardı. Hepsini sağa sola saçtılar. Diğerinde kitaplarım vardı. Kitapları görünce adeta çılgına döndüler. Hepsini yere döktüler ve tek tek kitapların sayfa aralarına kadar aramaya başladılar. Hepsi, o günlerde elimizden düşmeyen sol içerikli kitaplardı. Ama polis için büyük bir suç aracıydı, ben de başına büyük ödül konulmuş azılı bir suçluydum (!) tekme tokat odadan alındım. Geceyi bugünkü vilayet binasının bodrum katında bulunan polis nezarethanesinde geçirdim. Polisteki ilk işkencem değildi; ama ilk büyük işkencemdi diyebilirim. Tıknaz, dazlak bir polis şefi iki yakamdan tutup havaya kaldırıyor ve olanca gücüyle sırtımı duvara vuruyordu:
— Konuş lan it oğlu it; yoksa ciğerini sökerim.
— Diyarbakır’a neye geldin?
— Seni kim yolladı? Kiminle görüşecektin? O otele gitmeni kim söyledi?

Sorular peş peşe geliyordu. Ancak tek suçu Kürt olmak ve sol içerikli kitap bulundurmak olan sıradan bir öğrencinin onların istediği anlamda söyleyeceği ne olabilirdi ki? İstenilen cevaplar gelmeyince işkencenin dozu da artıyordu; ama nafile çünkü onların işine yarayacak anlamda söyleyecek bir şeyim yoktu. Aralıklarla gece saatlerine kadar işkence seansları devam etti. Sonra sidik ve nem kokan karanlık bir hücreye attılar. İğrenç bir yerdi; ama o dayanılmaz işkencelerden sonra bana Erzan Palasın odası kadar konforlu ve rahat geldi. Hücrenin tek lüksü(!) olan tahta banka uzandım. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, acı bir çığlıkla irkildim. Artık bana aşina olan tıknaz polis şefinin kısık bağırtılarından yeni bir kurbanı işkenceye aldıklarını anladım. Gece geç saatlere kadar kurbanın çığlıkları devam etti. Bir süre sonra çığlıkların yerini derinden gelen iniltiler aldı. Bir müddet sonra iniltilerde kesildi, ortalığı ağır bir ölüm sessizli kapladı. Sonradan işkenceye alınan kişinin Maocu bir grubun mensubu olan İsmail Edge olduğunu ve yapılan işkencelerin sonucunda hayatını kaybettiğini öğrendim.

O iğrenç kokan hücrede nasıl sabahladım hatırlamıyorum; ama sabah devam eden işkence faslını unutmam mümkün değil… Öğle sonrası mahkemeye çıkartıldım ve yasak yayın bulundurmaktan tutuklandım.

“Kürtçüler Yuvası” Erzan Palas’la tanışmak bana pek hayırlı gelmemişti(!) Yarım kalan tahsilime devam edeyim derken hapsi boylamıştım. Tarihi Saraykapı’da, adi tutukluların kaldığı eski cezaevinin bitişiğinde, siyasi tutuklulara ayrılan bölümde bir ay kadar yattım. Burada Kemal Ezber ve Miraç Yalçındağ’la tanıştım.

Yukarda anlatıldığı gibi aslında Diyarbakır’da tanıştığım ilk Şivancı Aziz Alış ve Medeni Marşil’di. Aziz`le daha sonra 28 Eylül 1977 ‘de kurulan DDKD’nin 16 kurucusu arasında yer aldık. Hareketin dağılmasına kadar aynı saflardaydık ve oldukça iyi dosttuk. Ancak o yıllarda aramızda çok yakın bir ilişki vardı diyemem; çünkü çalışma alanlarımız farklıydı. O daha çok derneklerde, üniversitede, spor, müzik gibi kültürel alanlarda aktifti. Bu nedenle anlatacağım pek ortak anımız yok gibi ya da ben hatırlamıyorum. O yılları Aziz`den dinledim ve onu yakınen tanıyanlardan bilgi edindim.

Benim kuşaktan olanların hatırlayacağı gibi bizim dönemimiz “devrim” ve “eylem”e tapılan yıllardı. Müzik, spor vb. kültürel, sanatsal etkinliklerle uğraşacak zamanımız pek yoktu(!) Hatta çoğumuz hatırlar, bu tür etkinliklerle haşir neşir olan, eylemlerde pek görünmeyen gençlere tepeden bakar, hafif alaya alır ve küçümserdik. Hele bir kız arkadaş edinip kuytu bir köşede görünmeyiversin; hemen “sev-genç” damgasını yer ve neredeyse cüzamlı muamelesi görürdü. Tatmin edilmemiş bir yığın duygunun sebep olduğu önyargı ve kıskançlıklarla onları küçümser, alaya alırdık. Kuşkusuz müzik, tiyatro gibi etkinliklerimiz olurdu; ama bizi ilgilendiren sanatsal ve kültürel yanından çok, “devrim”e hizmet edip etmeyişiydi. Dinlediğimiz müzik ihtilal marşlarıydı, tiyatromuz ihtilal provalarıydı, çizdiğimiz en güzel resim silah ve isyandı…

İşte Aziz Alış bu eksikliğin bilincinde olarak çalışmalarını kültürel ve sanatsal alanda yoğunlaştırıyor, özellikle gençlik kesimine yöneliyordu. Örneğin sporcular arasındaki çalışmalarını hatırlıyorum. Yanılmıyorsam o yıllarda Dağkapı, Mardinkapı, Güneşspor, Melikahmetspor adlarında futbol kulüpleri vardı. Bu kulüplerde oynayan gençlerle ilişki kuruyor, kimi takımlarda futbol oynuyor ve bu münasebetle de onların içerisinde birçok yurtsever genci harekete kazandırıyordu.

Müzik alanda oldukça yararlı çalışmaları vardı; Güzel ve uygun sese sahip birçok genci biraraya getirerek onlardan bir koro oluşturmuştu. Kendisiyle bir sohbetimde müzikle olan yakınlığı ve bu alandaki çalışmalarıyla ilgili şunları anlattı:

’Müziği çok severdim. İyi bir Kürd müziği dinleyicisiydim. Kulağım da çok iyiydi. Bu nedenle bir arkadaşımla spontan bir karar alıp bir koro oluşturmaya çalıştık ve kendimi onlara ve Kürd halk müziğine adadım. Özellikle slogan müziğinden uzak durmaya çaba gösterdim. Bilinçli olarak bizim doğal halk müziklerini, aşk ve sevgi üzerine söylenen parçaları seçtim Bir sene içersinde en azından slogan müziği yerine, halk müziğinin ne kadar farklı ve anlamlı bir içeriğe sahip olduğunu eski klasik parçaları kendi gençliğimize sevdirmeyi başardık. Bu bir seneki çalışmayla onlarca genci harekete kazandırmış olduk. O kadronun içinde daha sonra birçok genç sanatçı yetişti. Daha sonra bu işi müziğin erbaplarına bıraktım ve bu kez de tiyatro oyuncularının arasına katıldım ve onlar içersinde örgütlenme çalışmalarında bulundum. Diyarbakır Tiyatrocular Derneği adı altında bir dernek kurdurduk. Tiyatroya ilgi duyan gençleri topladık.”

Çok iyi hatırlıyorum oluşturulan bu amatör tiyatro grubu, Yeniden Doğarız Ölümlerde isimli oyunu sahnelemişti. Profesyonel oyunculara taş çıkartırcasına bir oyun sergilenmişti. Oyunda Aziz de, kaçakçı Memo rolünü çok başarılı bir şekilde oynamıştı.

Nerdeyse her şeyin “devrime” endekslendiği böylesi bir süreçte Aziz’in yaptığı çalışmaların değeri bir kat daha artmaktaydı. Fen fakültesinde öğrenci olduğu sıralarda oluşturduğu koronun söylediği çok güzel Kürt halk müziği parçaları bir kasette toplanmıştı. Kasetteki birçok parça hala çoğumuzun belleğinde ve dilinde olduğunu söyleye bilirim.

Aziz’i bu yanıyla tanıyanlar güzel kızı, sanatçı Şilan Alış’ın müzikteki başarısının tesadüfî olmadığını da bilirler; Şilan’ı küçük yaştan itibaren müziğe yöneltmiş ve iyi bir eğitim alması için çaba sarf etmişti. Şilan bu alandaki eğitimini İsveç’te almış. Yine bildiğim kadarıyla “Yaramın” isimli bir albümü vardı.

2008 yazında, yani son görüşmemizde onunla yaptığım bir sohbet sırsında, Aziz Alış’ın bu doğrultuda önemli bir çalışmasını daha öğrendim: Gençlik yıllarımızın ağızlardan düşmeyen, Avusturya İşçi Marşını, Şili İşçi Marşı(Venseramos), İtalya işçi Marşını, Bir Mayıs Marşı vb birçok devrimci marşı Ahmet Beyik’le birlikte Kürtçeye çevirmişlerdir. Bu marşları miting, gece ve diğer etkinliklerimizde sık sık söylediğimiz halde onlar tarafından çevrilmiş olduğunu bilmiyorduk.

Ama tüm bunlara rağmen Aziz Alış, “ müziğe veya sanata çocuk yaşlarda başladım ” yerine, “Çocuk yaşta siyasetle tanıştım” diyor.

Babası H.Ahmed Alış’ın TKDP yöneticilerinden (KUK adını aldığı döneme kadar, MK üyesi) olması nedeniyle, çok erken yaşlarda siyasete katılmış. 1960’ların sonunda DDKO ve devrimci-ilerici kesimlerin vermiş oldukları mücadeleden etkilenerek sol yelpazeye sempati duymuş. 1967’lerdeki Doğu Mitingleri’nin çoğuna babasıyla birlikte katılmış. 1973’e kadar bir yandan TKDP ile ilişkilerini sürdürürken öte yandan birçok Kürt aydını ve kimi DDKO üyeleriyle yakın ilişkiler kurmuş. Aziz Alış 1975’ten itibaren T-KDP/ KUDP /KİP’li olmuş. Dr. Şıvan’ı Sait Elçi, Edip Karahan ve daha birçok Kürt ileri geleniyle yakından tanışma ve sohbet etme şansına sahip olduğunu ifade ediyordu.

Doğrusu birçoğumuz Aziz kadar şanslı değildik. Çünkü sözü edilen şahsiyetleri görmedik. Gerçi aynı kuşaktan ve bizler için birer idol olan Musa Anter’leri, Muhterem Biçimli’leri, Mehdi Zana’ları, Niyazi Usta’ları ve birçok DDKO kurucu ve yöneticisini tanıdık. Onların sözlerini, yazılarını, mahkeme savunmalarını, yayınlanan bültenleri okuduk, elden ele gezdirdik. Bizim kuşak onlardan etkilendi ve onların takipçisi oldu. Ama hiç kuşkusuz çoğumuz onu görmediği halde, bizi en çok etkileyeni Dr. Şıvandı (Dr. Sait Kırmızıtoprak) Büyülü karizması ve kısa sürede inanılmaz bir kitlesel hareketi tetikleyen inanç ve azmiyle binlerce Kürt gencinin gönlünde taht kurmuştu. Hala bir sır perdesi arkasında olan onun ve iki arkadaşının (Çeko ve Bırusk) Güney’de öldürülmesi, ünü ve karizmasını azaltmadı, tersine bir kat daha arttırdı. Üç isim: Şıvan ,Çeko,- Bürüsk bizim için (DDKD’li gençlik) birer kutsal semboldü. Şıvancı gençliğin ağzından düşmeyen en önemli sloganlardan biri: “Çeko, Bırusk, Şıvan kurtuluşa kadar savaşa devam”dı. Onların ardılları (TKDP/DDKD kadroları) her ne kadar başlattıkları gibi sonuçlandıramadıysalar da Kürt ulusal hareketini muazzam bir potansiyele kavuşturdular. Kürt gençlik ve kadın hareketinin ilk merkezi örgütleri olan DDKD ve DDKAD bu potansiyelin en somut görüntüsüydü.

Aziz anlatıyor:

Bilahare parti adının ve programının değişmesi konusunda ısrar edenlerdendim ve partimiz çok kısa bir dönem Kurdistan Ulusal Devrim Partisi adını aldı; ama hemen akabinde PKK-KİP(Partî Karkerî Kurdistan- Kurdistan İşçi Partisi) adını aldı. O dönemlerde en fazla gençlik ve sendika çalışmalarına yöneldik. Daha sonra da KİP’in bir kadrosu olarak 1977’nin Eylül ayında Kürdistan gençliğinin ilk merkezi örgütü olan DDKD’nin kurucusu oldum.”

Bu noktada, DDKD’nin kuruluşuyla ilgili biraz bilgi aktarmanın hafızaların tazelenmesi ve yeni kuşakların bilgilenmesi bakımından yararlı olacağını düşünüyorum:

12 Mart Darbesi’nden sona yeniden toparlanmaya çalışan Kürt gençlik hareketi Türkiye’nin üç büyük kentinde yoğunlaşıyordu. Bu çalışmaların sonucunda İstanbul, Ankara ve İzmir’de birbirinden bağımsız DDKD ismiyle dernekler kuruldu. Çıkış noktaları aynı olsa da farklı siyasi eğilimleriyle her kesimden yurtsever Kürt gençlerini barındırıyorlardı. Kendilerini DDKO’ların devamı sayıyor ve onların mirasına sahip çıkıyorlardı. Kürt gençliğinin birlikteliğini sağlayıp özgürlük hareketine katılma amacındaydılar. Bu amaçla 1976 yılında Diyarbakır’da seri toplantılar düzenlediler. Şıvancı hareketin öncülük ettiği bu toplantılar, birlikten çok ayrılıkları netleştirdi. Toplantıda merkezi bir gençlik örgütlenmesini savunan Şıvancı kesimle, federatif bir örgütlemeyi savunan İzmir DDKD (Fuat Önen ve arkadaşları) arasında uzlaşma sağlanamayınca toplantılar sona erdi ve denilebilir ki Kürt gençlik örgütlenmesinde yeni bir dönem başladı. Fuat ve arkadaşları toplantılardan çekilince Şıvancı grup, merkezi Diyarbakır’da olmak üzere yine DDKD ismiyle bir derneğin kurulmasına karar verdi. İşte Aziz’in “KİP’in bir kadrosu olarak kurucusu oldum.” dediği ve daha önce İzmir, İstanbul ve Ankara’da birbirinden bağımsız olarak kurulan ilk DDKD’lerden farklı olan merkezî DDKD özet olarak böyle kuruldu.

Aziz’le DDKD genel merkezinin 16 kurucu üyesi arasında yer aldık. 12 Eylül’e kadar aynı siyasi hedef ve amaçlar doğrultusunda çalıştık. 12 Eylül Darbesi’yle birçok yurtsever gibi oda yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Yurtdışına çıkışı ve sonrasıyla ilgi olarak şunları anlatıyordu:

“… 1980 Eylül cuntası geldi…12 Eylül’ün geleceğini biliyorduk; ama herhangi bir hazırlığımız yoktu. Tedbirlerimizi alamadık…1982 başlarında çıktım… Önce Nusaybin’e oradan da güneybatıya geçtim. Mayınlar teller arasında çok riskli birkaç geçiş yaptım.”
Arkadaşlarıyla Suriye’de çok zor şartlarda 4 yıl kadar kalır. Suriye hükümetinin baskıları nedeniyle(1 hafta kadar kimi arkadaşlarıyla orada tutuklu kalırlar) barınma imkânları kalmayınca yine birçok arkadaşı gibi İsveç’e gider ve oraya yerleşir. 2005’e kadar ülkeye dönme imkânı yoktur. İlk kez 2005’te ülkesine döner.
İlk gelişinde görüşememiştik. 25 yıl önce kopan irtibatımız sanırım 2006 yılının kışında mail adresime gelen ve “Brayê Xoşevist” diye başlayan iletisiyle tekrar başladı. Yazıya başlık yaptığımız ve Kürtçe’de “sevgili kardeşim” Anlamına gelen bu tabiri, küçüklüğümde evimizde sürekli açık tutulan koca, eski, ahşap kaplamalı radyodan, Erivan ya da Bağdat Radyo İstasyonları’nın Kürtçe programlarındaki sunuculardan işitmiştim. Genellikle program açılışlarında sunucu: “Gelî bra û xuşkên xoşevîst, hun bi xêr hatin bernama me.” diye başlarlardı. Kuzey Kürtleri arasında pek kullanılan bir sözcük değildir.

İşte Kürtçedeki bu güzel hitabı yıllar sonra diyebilirim ki ilk kez Aziz Alış’tan duyuyordum. O günden sonra da sık sık elektronik mektup ya da chat yoluyla haberleşiyor, sohbetler ediyorduk. Aziz’in Kürtçesi eskiden de iyiydi; ama internet aracılığıyla gerçekleşen bu diyaloglarımız sırasında Kürtçesinde çok daha büyük bir gelişme olduğu hemen anlaşılıyordu. Bu nedenle onun düzgün cümlelerinin yanında Kürtçemin sırıtmasına engel olmak için oldukça itina gösteriyordum.

Bizi buluşturan bu sanal dünyayı 25 yıl önce hayal bile edemezdik. Isınmakta epey zorluk çektiğim halde ondan kaçış ta mümkün olamıyordu ama yüz yüze sohbetin tadını da vermiyordu.
Ve 2006’nın bir yaz gününde (kesin tarihi hatırlamıyorum) gelen bir telefon:
- Elo, brayê xoşevist, ez Ezîz. Ez nuha li Amedê me. (Sevgili kardeşim, ben Aziz, şu anda Diyarbakır’dayım) diyordu.

Böylece 28 yıl sonra Aziz’le yenden karşılaştık. İlk karşılaşmamızda kendi payıma hafif bir şok geçirdim diyebilirim. Çünkü onun bende kalan siyah beyaz resminde gürbüz, kara gür saçları, siyah ve düzgün bıyıkları, beyaz ve canlı teniyle oldukça yakışıklıydı. Karşımdaki ise, 25 yıl önceki bu solgun; ama yakışıklı resmimdekiyle epey farklıydı. Öncelikle yıpranmış gördüm. “Yıllar ona iyi davranmış.” diyemedim. O siyah gür saçlar seyrekleşmişti. İyiden iyiye göbeklenmiş, o yakışıklı yüz yorgun ve solgun görünüyordu. Özcesi eski resimden eser yoktu
.
Ama bir şey değişmemişti: Samimi, candan, güleç yüz ifadesi ve kendisini oldukça seven ve önemseyen edası…

Daha sonra yıpranmışlığın nedenini öğrendim. Sevgili Aziz de Avrupa’daki birçok sürgün gibi ölümcül bir kanser türüne yakalanmış. Uzun süre ağır bir tedavi görmüş. Oldum olası üzücü gelişmeleri öğrenmekten kaçınma refleksimden olacak ki hastalığın durumunu hiç sormadım; ama sanırım tedavisi devam etmekle birlikte şu anda hastalık kontrol altına alınmış durumdaymış. Şeyhmus Diken’e hastalığıyla ilgili şunları söylüyordu:

“2003 yılında bir hastalık geçirdim. Boğazımda kanser çıktı. Bir yıl süreyle kemoterapi uygulandı. Hızla gelişen ve bir defada götürebilen bir kanser türüydü. Beni o hasta halimle ayakta tutan şuydu: O tümörleri vücudumun işgalcileri olarak gördüm. Bu hastalığı da ülkemi işgal eden Sömürgecilere benzettim. Kanser sömürgeci bir hastalıktır, dedim. İşgalci zihniyet, bir ur olarak da bedenimi işgal etmek istiyordu. Yenmeliydim. Bu hastalık beni kolay kolay alt etmemeliydi. Şu an vücudumdaki sömürgecileri alt etmiş gibiyim diyebilirim…”

Bu hikâyeyi okuyunca daha önce aynı hastalıktan bu dünyadan çok erken yaşlarda göç eden Mehmet Uzun, Mahmut Baksi ve Nedim Dağdeviren gibi tanınmış Kürt yazar ve aydınlarını hatırladım. Bu yazı dizisi devam ederken Aziz’den başka, Dr. Sevinç İşcanlı ve Şefik Öncü’nün de aynı hastalıktan tedavi gördüğünü öğrendim. Yine Avrupa’da sürgün yaşayan birçok Kürt ve Türk yurtseveri aynı hastalıkla ya da benzeri ağır hastalıklarla mücadele ediyor ya da mücadeleyi kaybederek aramızdan ayrılıyor.

Aslında bu durum tıbbi bir araştırma konusu; ama bu tür hastalıkların özellikle politik inançları nedeniyle büyük baskı ve işkencelere uğrayan, sürgün olmuş ve çok zorlu yaşam şartlarında yaşamaya mecbur edilen, yurt dışındaki Kürt ve Türk yurtseverlerinde yaygın olarak görülmesi, bir tesadüf olmasa gerek diye düşünüyorum. Uzun yıllar çekilen sıkıntıların, sürgün koşullarının yarattığı stres ve zorlukların bu tür sağlık sorunlarının ortaya çıkmasında etkili olma ihtimalinin büyük olduğunu söylemek tıp adamları için ne ifade eder bilmem ama yabana atılır türden bir söz olmadığı kanısındayım.
Azizin bu ilk gelişinde sık sık görüşme imkânımız oldu. Bu görüşmelerin en kayda değer olanı yıllardır görüşmeyen ya da çok nadir görüşen birçok kişiyi bir araya getiren, eski arkadaşlarımızdan Diş Dr. Şehmus Turşak’ın evinde gerçekleşeni oldu. Çok keyifli ve hoş bir gece oldu. Fuat Önen, Av. Sabahattin Korkmaz, Sait Aydoğmuş, Şêx Davut gibi 78 Kuşağı’nın Kürt ileri gelenleri vardı. Geç saatlere kadar, gâh mazide gâh günümüzde gezindik.

Aziz’le bir diğer görüşmemiz, Hilmi Isı’nın bekâr evinde oldu. Geç saatlere kadar oturduk. Evde, uzun süre görüşemediğim arkadaşlarımdan biri daha vardı: Miraç Yalçındağ… Miraçla yukarda söz edildiği üzere ilk kez cezaevinde tanışmıştım. 1977’de bugünkü tarihi Saraykapı’da bulunan cezaevinde yattığımız günleri andık. Miraç, güzel saz çalıyordu. Gür, davudi sesiyle o zamanların moda parçalarını hem söylüyor hem çalıyordu Biz de sık sık eşlik ederdik. Cezaevin havalandırmasına çıkar, koro halinde milli ve sol içerikli marşlar söylerdik. “Herne pêş, Ey Reqip, Ey Haval Ropson, Jandarma Biz Sosyalistiz Dostuz sana, Venseremos… Gibi marşları yüksek sesle, cezaevinin bulunduğu Saraykapı Mahallesi’ne bol bol dinlettirdik. Sesine çok uyan ve gerçekten çok güzel söylediği şu parçayı – hala söylüyor mu bilmem – ben hiç unutmam, hala kendi kendime mırıldanırım:

“lo lo pısmamo tu çıma deng naki
serê xwe carek bılınd ranaki
leşkerê dıjmın li çiyayé jorın
weke xweşmêran jı hev bela naki”

Bu görüşme ve sohbetlerimiz sonucunda Aziz Alış’ın Avrupadaki yaşamı ve çalışmalarıyla ilgili epey bilgi edindik;

1982 yılından beri yurt dışında yaşayan Aziz’in çok “küçük yaşta” başlayan siyasi çalışmalarının yoğun olarak devam ettiğini öğrendim. Sorduğum sorular üzerine özetle şunları anlattı:

“…4 yılı aşkın bir süre Batı Kürdistan ve Suriye olmak üzere 26 yıldır yurtdışında yaşıyorum. İsveç Kürd İnsiyatifi(İKS), Avrupa Kürd İnsiyatifleri(İKE) ve bir dönem (2002 – 2006) 34 demokratik kurum-kuruluş ve siyasi ve sivil örgütleri içeren Avrupa Kürd Platformu(PKE)’nun kuruculuğunu ve 2004-2006 yıllarında sözcülüğünü yaptım.

Sorumluluğum döneminde 2005 ve 2006 yıllarında 2 kez Avrupa Birliği’ne gidip, AB’nin değişik grup temsilcileriyle diplomatik görüşmelerimiz oldu. Her iki görüşmede yoğun içerikli 2 ayrı rapor sunduk. Bana göre o raporlar çok önemli bir rol oynadı ve alınan kararlarda o raporlardan çok yararlanıldı. İsveç Kurd Dernekleri Federasyonunda ve bulunduğum şehirdeki Kürd derneğinin değişik komite ve komisyonlarında da görev aldım. Ayrıca 2007 den beri de Tevgera Yekîtîya Neteweyî a Kurd (Tevkurd)’ün de meclîs üyesiyim.”
Doğrusu onu dinlerken ‘’gençlik yıllarındaki sanatsal ve kültürel çalışmalardan vazgeçeli epey olmuştur’’ diye içimden geçiriyordum; ama ilerleyen sohbetimizde yanıldığımı anladım. Bu alanda da boş durmadığı, sanat ve kültürel gelişmeleri yakından takip ettiği anlaşılıyordu:

1999-2000 yıllarında Ararat (Kürtçe-İsveç’çe) adlı bir lokal derginin sorumluluğunu üstleniyor. İsveççeden çevrilen Sosyal-sigorta ve hukukla ilgili bir sözlük çalışmasında yer alıyor ve bunun bir kitapçık haline getirilmesine katkı sağlıyordu. Ancak bu kitapçığın henüz basıma verilmediğini söylüyordu. Ayrıca şu anda iki ayrı ansiklopedinin çeviri çalışmalarının da devam ettiğini belirtiyordu. Bu arada bazı şiir çevirileri ve kısa mısralarla kendine ait kimi şiir denemelerinin olduğunu duyunca yukarıdaki “…sanatsal ve kültürel çalışmalardan vazgeçeli epey olmuştur’’ şeklindeki yargımın bir yanılgı olduğu iyiden iyiye anlaşıldı. Üstelik bu çalışmalarını daha da kapsamlaştırdığı, sevilen bazı müzik parçalarını Kürtçe’ye çevirmesinden de anlaşılıyor.

Aziz Alış şu anda hem İsveç Kürt İnsiyatifi’nin başkanlığını hem de www.ike-europa.com’ un webmasterı ayrıca www.netewe.com’un da genel yayın yönetmeliğini de yürütüyor.

Yıllar sonra, bu yazı dizisine konuk ettiğimiz diğer arkadaşlar gibi Aziz’le de görüşmek çok hoş ve keyifliydi. Zaman tünelinden geçip 25 yıl öncesine uzun turlar attık. Zaman zaman hüzünlendik ama daha çok gülümsedik, kahkahalar attık. Dilerim o sevecen yüzünden gülümseme hiç eksik olmasın, sevgili Aziz Alış’ın.
15.11.2008
Nezîrê Cibo

Yorumlar:

6 Responses to “25 YIL ÖNCE…25 YIL SONRA – VII (Nezîrê Cibo)”

1. Miraç Yalçındağ  on Kasım 25th, 2008 12:40

MERHABA GÜZEL-DOST ARKADAŞIM. DAHA ÖNCEDE DİĞER KÜRD SİTELERİNDEKİ YAZILARINI DA OKUMUŞTUM. NEDENSE BU YAZINDA HER İNSANDA OLDUĞU GİBİ BENİDE O YILLARA-VE O YILLARIN ROMANTİZMİNE- GÖTÜRDÜ.ANLATIMINDAKİ O SAMİMİYET VE DUYGUSALLIK Bİ BAŞKA GÜZEL. SENİ HER GÖRDÜĞÜMDE CEZAEVİNE GELDİĞİN O İLK GÜNDEKİ TAVRINDI. EVET BİR-KAÇ GÜNLÜK İSKENCE SEANSINDA DOLAYI BİTKİN VE UYKUSUZDUN. SENLE BİLDİĞİMİZ KLASİK TEDAVİLERİNİ UYGULADIK. VE DİĞER GÜNÜN İLK SAATLERİNDE Kİ ERKEN KALKARDIK. SEN ŞÖYLE BİR AYAĞIYA KALKTI VE AYNAYA BAKARAK” EZ KOMÜNİSTİM, Vİ WELATE XWE” DİYE BAŞLAYAN BİR MARŞ TUTTURDUN…EVET İNANKİ O GÜNLERİ YAŞADIĞIM İÇİN HİÇ AMA HİÇ PİŞMANLIK DUYMADIM. KEŞKE DAHA İYİ ŞEYLER YAPABİLSEYDİK…



2. Kurdo on Kasım 30th, 2008 16:41

Sevgili Nezir kardeş,
Bu yazı dizinizle yaşıyan değerlerimizi anlatıyor ve bizleri onurlandırıyorsunuz. Daha nice değerlerimiz vardır ve dileriz ki, onların da bilmediğimiz değerli çalışma ve mücadelelerini sayenizde tanımış olacağız.
Değerli ağabeyimiz Aziz Alışı tanıttığınız için size çok teşekkür ediyorum. Çok etkilendim ve çok şeyler öğremdim.
Böylesi yaşayan değerlerimize sağlık ve uzun ömürler diliyorum. Onlar yaşamalılar ki, bize verecekleri daha çok değerler ve mücadeleler vardır.
Elinize ve kolunuza sağlık. Yürekten kutluyorum sizi…
Saygılarımla…
30.11.2008 – Mersin



3. Bengin Amedi on Aralık 2nd, 2008 10:13
Mala kak Nezîrê Cibo ava be.
Ev rêzenivîs ji bo cîlên nuh û ji boy pêserojê xizmetek pir berûmet e. Îhtîyaca me ji naskirina gellek kesên wusa re heye.
Em mecbûrin bûyerên di wan salan de bûne bizanibin û wan kesên ku xizmetan kirine nas bikin.
Hëvî dikim ke ew kesên hêja her hebin û her bijîn…
Careka din Spas mamoste Nezîr



4. sirin gunduz on Aralık 7th, 2008 05:58
merhaba nezir arkadas
anlatigin olayi iyi hatirliyorum seni saray kapidaki ceza evinde ziyarete gelmistik.hata diyarbakirda okuduugnda da bir kac kere ziyaretine gelmisitik. kaldiginiz evde hararetli bir tartisma yapmistik. yanilmiyorsam 5 kat ta idi eviniz bir grup arkadaslan kaliyordun. o guzel anilarini anlatman bizlere eski maziyi hatirlati.eline ve kalemine saglik. batmanli sirin

5. bekir on Aralık 7th, 2008 11:48
Spas brayê Nezîr Cibo,siheta te xweş bî ku te li ser vî navê Şêrîn ê ERZAN (BERZAN) Palas Otelî nivîsand ûanî bîra me û serpêhatiyên xwe nivîsand.
Bi xwe dema ez ji Nisêbînê diçûm Diyarbekrê cîhê pêşî ku min serdan lê dikir ev Erzan palas Otelî bû.Me xortên wê demê ji Erzan palasê re digot”BERZAN”
û dizanî ku mebesta navê Erzan çiye.Min bi xwe li wêderê kesên wek rahmetîyê Edîp Abe dît û wêderê wek ku hinek kesan nivîsîyê HÊLÎNA KURDEWARÎYÊ bû.
Carekê ez ji bo mahkemê hatibûm Diyarbekrê û min serî li Erzanê da,Edîp Abe bi xwedîyê Otelê re bi dama dilîst. Gote min “Xwarzê tu li vir çi dikî?” Min jê re got ku ezê biçim Mahkemê, Got îro mahkema me ye jî,lê ji ber ku tu yê biçe mahkemê ez nayêm û heke biryara girtina min derket wer vêderê ji min re bibêj. Ez çûm mahkemê , biryar hat dayîn ku Edip Abe carekî din bête girtin,vegeriyam ji Edip Abe re min biryara girtina wî got û Edip Abe wê demê lêxist çû Başûrê Kurdistan nav şoreşê. Xortên xwediyê Otelê hem hevalên min ê xwendinê bû. Bi vî awayî navê Erzanê ji bîra min neçûye.
Tu her saxbî û spasîya te dikim.

6. zelal ozgokce on Temmuz 24th, 2010 04:48
merhaba, yazinizi iki kizkardes birlikte yuksek sesle aziz alisin bize ikram ettigi menengic kahvesinin tadi da damagimizdayken okuduk. kendi gecmisimiz de oldugu icin cok etkilendik.sagolun..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu – 4 / Nezîrê CIBO

Fransız İşgaline Karşı Kürt Direnişi ve Beyandur Olayı: Fransızlar Cezireye geldiklerinde Şamar Aşiret reisi Mişel Başo El Erba onları “memnuniyetle karşıladı”. Böylece Fransız desteğini alarak rakibi Tay aşireti ve Kürtlere karşı avantaj elde etti. Şamar liderinin kışkırtmasıyla Fransızlar, Kürtler üzerindeki baskılarını arttırdılar. Birçok Kürt aşiret reisini tutukladılar. Bunların birçoğunu Beyandur köyünde boğazlarına kadar toprağa gömdüler, sonra da aç köpekler saldırtarak hepsini öldürdüler. Suriye Komünist Partisi yayın organ Direseti İştiraki ’de 1985 yılında yayınlanan bir yazıda olayla ilgili şunlar yazılıyordu: “Fransızlar Beyandur köyünün tepesinde bir kışla kurmuşlardı ve Kürt ileri gelenlerini tutuklayıp onları canlı halde boğazlarına kadar toprağa diktiler. Osê isminde (Tilminar köyünden) birini öldürdükten sonra diğerlerini de bu şekilde toprağa dikip üzerlerine aç köpekler saldırtarak öldürttüler, diğer aşiret reisleri kaçtı, tutuklanan bazıları ise sürgün edild

Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu ve II Haco Olayı - 1/ Nezirê CIBO

Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu ve II Haco Olayı / Nezirê CIBO Nezîrê CIBO Kürt tarihi; istilacılara, yağmacı ve çapulculara karşı başkaldırılar tarihi olduğu kadar ihanetler ve iç çatışmalar tarihidir de. Kürt özgürlük hareketlerinde de bu ikili at başı gitmiştir. Başlayan her başkaldırı beraberinde ihanetin izlerini de taşımıştır. Büyük ozan Ahmedê Xanî’nin Mem û Zîn ‘indeki büyük aşk ile aşıkların peşini hiç bırakmayan o kötü adam Bekoewan gibi… Kuşkusuz  bu doğal bir diyalektiktir. Özgürlük-kölelik, aydınlık-karanlık, gerçekliğin iki yüzüdür. Biri olmadan öteki olmaz. Ancak onurlu ve insanca bir yaşam için aydınlığın karanlığa, özgürlüğün köleliğe baskın gelmesi de bir zorunluluktur. Kürt insanı bugüne kadar bütün uğraşlarına rağmen aydınlık yüzü görememiş ise, bunu engelleyen birçok nedenin başında bu iç çekişmeler, siyasi çatışmalar, aşiretler arası kavgalar, kan davaları ve ihanetler vardır. Tarihimizin bu dramatik olduğu kadar ders verici sayfaları ne yazık ki yeteri

Turabidin’den Baltık’a

Kürt Toplumunda Aşiretin Önemi