12 Eylül, Türkiye tarihinde bir dönüm noktasıdır.
Sol hareketin darmadağın edildiği, hatta denile bilir ki Türkiye’de solun bitirildiği bir dönüm noktasıdır… Türk ve Kürt halkına en çok da Kürtlere, anlatılmaz acıların çektirildiği, tahribatların yaratıldığı, ayrılıkların yaşatıldığı, akıl almaz işkencelerin yapıldığı bir sürecin başlangıcıdır. “Huzur ve güvenliği” sağlama, “Türk vatanının birlik ve bütünlüğünü” koruma adına inanılmaz cinayetlerin, suçların işlendiği, “vatanı ve milleti” bölmek için elden gelen hiçbir şeyin esirgenmediği bu süreçle ilgili çok şey yazıldı çizildi.
Ancak, hala yazılması gereken çok şeyin olduğuna inanıyorum. Tarihten ders almayan, İttihat ve Terakki’nin o ırkçı, bir metre önünü görmeyen politikalarını terk etmeyen, betonlaşmış beyinlerin bu halklara çektirdiğini anlatmak için kitaplar yetmez. Benim kuşağım 1980’lerde 20-25 yaşlarındaydı. İhtilalci, idealist bir kuşaktı. Her ne kadar o dönemin siyasi anlayışına göre fiilen sağ ve sol olmak üzere İki kutba ayrılmışsa da özünde tek kutupluydu. Her iki taraf da temelini Doğu- Asya’nın o demokratik anlayışlardan uzak, totaliter, tek sesli, tek merkezli kültüründen alıyordu. Kürt gençlik hareketinde bu eğilimler daha güçlüydü. “Kürtlerin Özgürlüğü” adına onlarca siyasi grup ve grupçuğa ya da düşman kampa ayrılmıştı. Grup çıkarlarının her şeyin üstünde tutulduğu, ağızlardan düşürülmeyen; “bütün parçaya feda edilmemeli”, “özgürlük ve bağımsızlık” adına her türlü iç çatışma ve boğuşmanın mubah görüldüğü bu süreç, ulusal bütünleşme ve kaynaşmanın ciddi darbeler aldığı bir süreçtir. Her şeye rağmen, ulusal duygu ve düşüncelerin yayılıp serpildiği kabul edilir bir gerçek olsa da öte yandan, Kürt ulusallaşmasının ciddi darbeler aldığı, sekteye uğratıldığı bir süreçti de.
Sol hareketin darmadağın edildiği, hatta denile bilir ki Türkiye’de solun bitirildiği bir dönüm noktasıdır… Türk ve Kürt halkına en çok da Kürtlere, anlatılmaz acıların çektirildiği, tahribatların yaratıldığı, ayrılıkların yaşatıldığı, akıl almaz işkencelerin yapıldığı bir sürecin başlangıcıdır. “Huzur ve güvenliği” sağlama, “Türk vatanının birlik ve bütünlüğünü” koruma adına inanılmaz cinayetlerin, suçların işlendiği, “vatanı ve milleti” bölmek için elden gelen hiçbir şeyin esirgenmediği bu süreçle ilgili çok şey yazıldı çizildi.
Ancak, hala yazılması gereken çok şeyin olduğuna inanıyorum. Tarihten ders almayan, İttihat ve Terakki’nin o ırkçı, bir metre önünü görmeyen politikalarını terk etmeyen, betonlaşmış beyinlerin bu halklara çektirdiğini anlatmak için kitaplar yetmez. Benim kuşağım 1980’lerde 20-25 yaşlarındaydı. İhtilalci, idealist bir kuşaktı. Her ne kadar o dönemin siyasi anlayışına göre fiilen sağ ve sol olmak üzere İki kutba ayrılmışsa da özünde tek kutupluydu. Her iki taraf da temelini Doğu- Asya’nın o demokratik anlayışlardan uzak, totaliter, tek sesli, tek merkezli kültüründen alıyordu. Kürt gençlik hareketinde bu eğilimler daha güçlüydü. “Kürtlerin Özgürlüğü” adına onlarca siyasi grup ve grupçuğa ya da düşman kampa ayrılmıştı. Grup çıkarlarının her şeyin üstünde tutulduğu, ağızlardan düşürülmeyen; “bütün parçaya feda edilmemeli”, “özgürlük ve bağımsızlık” adına her türlü iç çatışma ve boğuşmanın mubah görüldüğü bu süreç, ulusal bütünleşme ve kaynaşmanın ciddi darbeler aldığı bir süreçtir. Her şeye rağmen, ulusal duygu ve düşüncelerin yayılıp serpildiği kabul edilir bir gerçek olsa da öte yandan, Kürt ulusallaşmasının ciddi darbeler aldığı, sekteye uğratıldığı bir süreçti de.
Bu süreçte ben ve bu satırlara misafir olacak kişilerin çoğu Kürt gençlik hareketinin en güçlü oluşumu olan DDKD’nin mensuplarıydık. Fikir ve gönül birliği yapmıştık. Birçoğuyla nerdeyse günün tamamını beraber geçirirdik. Yaşımızın verdiği duygusallık ve idealistlikle önüne geçilmez bir coşku ve enerjiyle, gece gündüz demeden çabalayıp duruyorduk. Başka hayatımız yoktu. Aşkımız, sevdamız; devrim ve ideallerimizdi. Hayallerimizde düşlerimizde hep onlar vardı. Aslında okuyan sorgulayan bir gençliktik; ancak tek yanlı ve tek merkezliydik. Meselelere çok sığ bakıyorduk. Kendimize göre yanlış ve doğrularımız vardı. “Kırmızı” çizgilerimiz vardı. Sınırlarımız ve kıstaslarımız belliydi. Onların dışına çıkmak mümkün değildi. “Zıtların birliğine” inanıyorduk(!); ama farklılıkları, ayrı eğilim ve renkleri kabullenemiyorduk. İki rengimiz vardı; siyah ve beyaz, ortası yoktu. Ya bendensin ya ötekisin. Ötesi yoktu. Tüm bunlara rağmen ideallerimiz büyüktü: Sömürünün, haksızlığın olmadığı, büyük balığın küçük balığı yutmadığı bir dünya hayal ediyorduk. “Güneşe akın”lar düzenliyorduk. “Güneşin zaptını” çok yakın sanıyorduk. Ama yaşam, hayallerde hiç göstermediği yüzünü çok geçmeden gösterdi. 1980, 12 Eylül sabahı yalnız bize değil bu coğrafyanın bütün insanlarına gösterdi. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı ve olmadı. Şiddet, işkence ve hukuksuzluğun dışında, insani hiçbir uygulaması olmayan askeri cunta bir karabasan gibi çöktü ülkeye. Kürtlere yönelik uygulamaları vahşet boyutundaydı. Artık önümüzde -silah seçeneği olmadığı için- iki yol vardı; ya her şeye rağmen ülkede kalıp vahşete katlanmak ya da terk-i diyar etmek… Birçoğumuz birincisini seçtik ve dünyanın hiçbir yerinde, tarihin hiçbir kesitinde eşi benzeri görülmeyen işkencelere, vahşi uygulamalara maruz kaldık, yıllarca hapislerde yattık. Bir kısmımız da ikincisini, yani bu yazının asıl konusu olanlar gibi, terk-i diyar olmayı seçtik. O zamanlar 20-25 yaşlarda da olan bizler dağıldık, darmadağın olduk. Günün hemen her saatini beraber geçiren genç insanların arasına duvarlar, sınırlar, dağlar, ülkeler, kıtalar girdi. Ve… Yıllar… Yıllar geçti. O gençler ayrı yerlerde farklı ülkelerde ve farklı koşullarda yaşlanmaya başladı. Saçlar döküldü, ak pak oldu. Yakışıklı, pürüzsüz simalarda kırışıklar başladı. Hapiste olanlar çıktı. Kimi bu zulme, vahşete küstü, başka dünyalara göçtü. Kimi, uzak diyarlarda vatan hasretiyle yanıp tutuştu.
Ve yine yıllar geçti… Dünyada çok şey değişti. Dünya dengeleri alt üst oldu, sistemler dağıldı. Yer kürede değişmeyen ender şeylerden biri Kürt’ün kaderi oldu: Ülkede olanlar yine esaret, yine baskı, işkence altında… Ülke dışında olanlar ise yine vatan hasretiyle yanıp tutuştu. Ancak, son yıllarda ikincilerin yüzü biraz gülüyor gibi. Ülke dışında olanlar birer misafir, birer yabancı uyruklu olarak da olsa vatana dönmeye başladılar. İşte bu yazı onların… Kendi vatanlarında, kendi evlerinde misafir olanların hikâyesidir. Doğup, büyüdükleri evlere, sokaklarında koşup oynadıkları yerlere, ceplerinde birer yabancı pasaportla dönenlerin hikâyesidir. Kuşkusuz sayıları yüzleri, binleri buluyor. Onları sayfalara sığdırmak zor… Ben sadece birkaçını, daha çok yakından tanıdığım bazı dostları konuk ettim. Onlarla yıllar sonra yeniden Diyarbekir sokaklarını gezdim, değişen, büyüyen, kirlenen, betonlaşan ama yine de o gönüllerde taht kuran Kara Amid’i gezdik, yedik, içtik. Bir nebze de olsa hasret giderdik. Doğup büyüdükleri evleri, yerleri, onlarca anılarını saklayan sokakları, kadim surları yıllar sonra yeniden görüp gezdikçe zaman zaman hüzünlendiler, zaman zaman neşelendiler, ağız dolusu güldüler. Zaman zaman da hayretler içinde kaldılar, öfkelendiler… İşte şahit olduğum ve onlarla birlikte yaşadığım bu duyguları dilim döndükçe yazmaya çalıştım. Gönlümden geçen hepsini; bütün özgürlük sürgünlerini yazmak, konuk etmekti ama naçizane kalemim bunun için çok ama çok yetersiz. Gücüm ancak bu kadarına yetti. Sürçü lisan ettiysek affola… (Devam edecek)
Yorumlar:
Yorumlar:
KekNezir, Xuyaye ku tu tiştni hêja bı nivisi. Em lı hêviyê ne. Jı nıha de ez bêjım,destête sax…
Seyit on Şubat 14th, 2008 12:30
Havelê Hêja, Ez meraq dıkım, gelo we ev nivisar çıma bı tırki nivisi. Em nivisarê te ê bı Kurdi dı xwinin, Kurdiya te gelek zelale. Hiviya me ewe ku hun bı berdevami nivisarê Kurdi bıkın. Serkeftın Jı were zine on Şubat 21st, 2008 02:36 Yazı dizinizi ilgiyle takip ediyorum, başarılar…
filozof.cıbo on Nisan 24th, 2008 12:40
Çok değerli nezir hocamıza başarılar diler,kendisine son 30-40 sene evvelki siyasi kuşağı biz idealist gençlere rehber olması açısından aktardığı bu yazı dizisi dolayısıyla teşekkür ederiz.çok değerli hocama bu doğrultuda,bizim bu kuşak gençliğinin bunca olanakla birlikte daha aktif olma yolunda kendisini bir idol olarak benimseyip takdir etmek gerektiğini bilmeliyiz. Hepimiz biliyoruz ki yeni kuşakların gelişip serpilmesi için tarihini bilmesi temel misyon hüviyetindedir,bizim kürt gençleri olarak son yüzyıl çeyreğinde meydana gelen süreci çok net bir şekilde bilip kendimize yeni paradigmada rayına oturmuş bir güç birliği oluşturmalıyız.Gelişen dünya, siyasi anlamda da kendimizi reforme etmeyi gerekli kılar ö yüzden kendimizı ararken böyle yaratıcı ve yoğrulmuş beyinlere ihtiyacımız çok olacaktır nezir hocama teşekkürler saygılar.
Seyit on Şubat 14th, 2008 12:30
Havelê Hêja, Ez meraq dıkım, gelo we ev nivisar çıma bı tırki nivisi. Em nivisarê te ê bı Kurdi dı xwinin, Kurdiya te gelek zelale. Hiviya me ewe ku hun bı berdevami nivisarê Kurdi bıkın. Serkeftın Jı were zine on Şubat 21st, 2008 02:36 Yazı dizinizi ilgiyle takip ediyorum, başarılar…
filozof.cıbo on Nisan 24th, 2008 12:40
Çok değerli nezir hocamıza başarılar diler,kendisine son 30-40 sene evvelki siyasi kuşağı biz idealist gençlere rehber olması açısından aktardığı bu yazı dizisi dolayısıyla teşekkür ederiz.çok değerli hocama bu doğrultuda,bizim bu kuşak gençliğinin bunca olanakla birlikte daha aktif olma yolunda kendisini bir idol olarak benimseyip takdir etmek gerektiğini bilmeliyiz. Hepimiz biliyoruz ki yeni kuşakların gelişip serpilmesi için tarihini bilmesi temel misyon hüviyetindedir,bizim kürt gençleri olarak son yüzyıl çeyreğinde meydana gelen süreci çok net bir şekilde bilip kendimize yeni paradigmada rayına oturmuş bir güç birliği oluşturmalıyız.Gelişen dünya, siyasi anlamda da kendimizi reforme etmeyi gerekli kılar ö yüzden kendimizı ararken böyle yaratıcı ve yoğrulmuş beyinlere ihtiyacımız çok olacaktır nezir hocama teşekkürler saygılar.
Yorumlar
Yorum Gönder